Türkiye Rusya Münasebetleri Üzerine

Tarihimiz de Rusya ile kavgalı veya ihtilaflı olduğumuz her dönemde, hem Türkiye hem Rusya bu durumdan zararlı çıkmıştır.


Ama Türkiye daha çok zararlı çıkmıştır.


İyi münasebetler kurulduğunda ise iki ülkede fayda görmüş ama daha fazla, Türkiye fayda görmüştür.


Bu hep böyle olmuştur.


Ama birileri de hem içeriden hem dışarıdan, Türkiye ile Rusya’nın arasının hep kötü olmasını istemiş ve bunun gerçekleşmesi için de mütemadiyen çalışmışlardır.


Peki, ne zamandan beri?


Çok uzun, yüzyıllardan beri diyebiliriz…


Ama bir kilometre taşı koyacak olursak bunu Mustafa Reşit Paşanın Londra Sefaretliği ve Hariciye Nazırlığı yaptığından beri…


Ülkemizin Batıya ( ki o zaman Batı denince akla İngiltere ve Fransa gelirdi.) yakınlaştırılma çabalarından beri…


ABD daha Dünya gündeminde Emperyal bir güç değildi.


Zaten ABD’nin tarih sahnesine çıkışı bile, 1774’dür ABD adı ile.


Mustafa Reşit Paşanın, Osmanlı Devletini bilhassa İngiltere ye yakınlaştırma çabaları daha da ötesi Batıya teslimiyet gayreti ise 1830’larda Paris ve Londra’ya sefir olarak atanması ile başlar.


Pekâlâ, Mustafa Reşit Paşa, bir ülkenin kaderini başka bir tarafa bağlamakta bu kadar mahir miydi?


Acaba abartmıyor musunuz diyenlerimiz olabilir?


Hayır abartmıyoruz!


Mustafa Reşit Paşa, namı diğer Koca Reşit Paşanın, Osmanlı Devletinin halen günümüzde de Sayın Erdoğan’ın son yıllarda ki rota değişikliğine kadar devam eden, Batı Emperyalizmine teslimiyeti bir realitedir.


Mevzumuz Türk -Rus ilişkileri olduğundan, hattı zatında Türkiye’nin, Batılılaşma (Garplılaşma) sürecine girmek istemiyorum.


Ama bu Türk- Rus münasebetlerini incelerken dahi, Garplılaşamaktan hele de bunu kurumsallaştırmaya muvaffak olmuş Reşit Paşadan bahsetmemek gayri mümkün.


Evet, ne yapmıştır meşhur Osmanlı Devlet Adamı Mustafa Reşit Paşa?


Ne yapmamıştır ki?


Zaten gerileme ve çöküş sürecine girmiş olan Osmanlı Devletini, salt İngilizlere şirin gözükmek ve desteklerini yanına alabilmek için, Türk Tarihinin en aleyhimize tecelli etmiş iktisadi muahedesi olan Baltalimanı Antlaşmasını, İngilizlerle -Osmanlı Devleti adına imzalayarak, 2013 yılı Mayıs ayında dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan tarafından, İMF ye ödenerek kapatılmış olacak olan borç tarihimizi (Duyunu Umumiye yi de ihtiva edecek şekilde) başlatmıştır.


İlk resmi borçlanma, Londra’daki Küresel Faiz lobilerine ( meşhur ailelere ) her ne kadar Kırım Savaşının masraf ve finansmanını karşılamak için 1853’lerde yapılacak olsa da bu istikrazı (borçlanmayı) sağlayacak fakirleşme, Hazinenin tam takır olmasının kilometre taşları, Britanya Kraliçesine ve ailelere hoş gözükmek adına, 16 Ağustos 1838’de dönemin Hariciye Nazırı ve aynı zaman da (Londra Sefiri -ne kadar enteresan değil mi) Mustafa Reşit Paşa tarafından imza edilirken döşenmiştir.


Bu antlaşmaya göre İngilizlere deniz ve liman ticaretlerinde büyük imtiyazlar verilmiştir.


Osmanlı iç ticaretinde ve limanlarında uygulanan imtiyazlar; gümrük vergileri, mal kontrolleri sadece yabancı İngiliz tüccarlar lehine değiştirilmekteydi ve İngiltere tüccarlarına Osmanlı ülkelerinde geniş ticaret hakları tanınmaktaydı.


Baltalimanı Ticaret Antlaşması, akabinde önceleri tahttaki Sultan 2.Mahmud’u, vefatından sonra ise yerine Sultan olan 17 yaşındaki 1.Abdulmecid’i ikna ederek, Tanzimat Fermanının ilanını müteakiben, Ruslarla- Osmanlı Devletini 1853’de Kırım Savaşına sokması ve bu savaşın finansmanını da Londra’da küresel ailelere yaptırması, istikraz’ın ( borçlanmanın ) adeta 260 sene bir kader olarak yaşanmasının önünü açmıştır…


Bu kadarla kalmış mıdır Koca Reşit Paşa?


Hayır…


Ülkeyi, Batılılaşmaya ihtiyaç hissettiği her konuda reformlar yapmıştır.


Londra’da Sefir bulunurken, gezme görme imkanı bulduğu Sanayi Devrimi’ni beğendi ve ülkeye getirmeye karar verdi. Ama Sanayiyi fenni değil, Batının İngiliz’in daha çok kültürünü, kılık-kıyafetini transfer etti.


Tabii haksızlık yapmayalım.


Bunları yaparken tek değildi. Baştaki Osmanlı Sultanlarını  2.Mahmud ve 1. Abdülmecid’i ikna ederek yapmıştır.


Ama reformların öncüsü lokomotifi hep o olmuştur.


Şimdi gelelim Türk- Rus münasebetlerine.


Koca Mustafa Reşit Paşanın tam bir İngilizci olması ve başta Kırım olmak üzere, Ruslarla birçok alanda İngilizlerin isteği ile Devleti Aliye-i Osmaniye’yi savaştırması bize çok pahalıya mal olmuştur.


Yukarıdaki kronolojiye dikkat etmeye çalışarak sıraladığım zararlar, bilhassa 160 seneye yakın sürecek olan ekonomik ve finansal bağımlılık, Kırım başta olmak üzere büyük toprak kayıpları ve sonrasında kendi yetiştirdiği, diğer 2 paşanın idaresinde, başta Mehmet Emin Ali Paşa ve Keçecizade Fuat Paşaları ülkenin başına sarması ve kendisinden sonra batılılaşma ihanetinde ki en büyük 2. kilometre taşı olan, Mithad Paşalara yol açması sayılabilir.


Mustafa Reşit Paşanın Mason olması hasebiyle, teşkilatçılık özelliği ve adam yetiştirmesi ile de meşhur idi. Yetiştirdiği birçok insan, Osmanlı Devletinin çöküşünde büyük rol oynamıştır.


Bunlar farklı yazı ve makale mevzu olduğundan şu anda temas etmiyorum.


Ama kısmen bahsettiğimiz ‘’Kripto Tesadüfler’’ adlı çalışmamızı http://muzakerat.com da 31-Ağustos-2018 de paylaştığımız makalemizden okuyabilirsiniz..


( https://www.muzakerat.com/yazarlar/mustafa-albayrak/kripto-tesadufler/59 adresinden bakabilirsiniz... )


Gelelim bir diğer Türk Askeri Tarihinin en büyük mağlubiyetini aldığımız Rus savaşına.


Evet, 93 Harbinden bahsediyoruz.


Biz bu savaşı da Ruslarla yapmayabilirdik.


Lakin o zaman da ülkenin başında başka bir Garpçı ( Batıcı ) İngilizci vardı…


Yani, Türk Garplılaşmasının en mühim 2. ismi Mithad Paşa vardı. (1. si malum Mustafa Reşit Paşa idi)


Tam adı ile Ahmet Şefik Mithad Paşa olan ve tıpkı yolundan gittiği Koca Mustafa Reşit Paşa gibi bir Mason olan bu Sadrazamın devri iktidarında Padişah, Sultan 2.Abdulhamid Han idi.


Diyeceksiniz ki Osmanlı Devleti bu kadar methedilen ve Osmanlı Devlet Tarihinin en siyasi dehası olarak kabul edilen, bir sultan döneminde nasıl Türk Tarihinin en büyük askeri mağlubiyetlerinden birini alabiliyor hem de Ruslara karşı?


Burada evvela savaş tarihine iyi bakmamız lazım!


Adı üstünde 93 Harbi. Rumi takvimle 1293. Miladi 1877’ ye tekabül ediyor. Nisan 1877’de başlayan Osmanlı Rus Harbi 1878 Mayısında yani 13 Ayda bitiyor.


Savaş başladığında Garp hudutlarımız Batı da Tuna nehrine Doğu da ise Kafkaslara dayanıyordu.


13 Ay sonra ise Rus askeri İstanbul Yeşilköy önlerine geliyor.


Şark cephemiz de çökmüş ve Kars Ardahan ve Batum’u kaybetmişiz düşmanla Erzurum’da karşılaşmışız.


Aziziye tablaları ve Nene Hatunların olduğu cephe.


Abdülhamid Hanın tahta çıktığı tarih ise 1876 yazıdır.


Kardeşi 5.Murad Hanın hastalığı sebebi ile Hal edilmek mecburiyeti doğunca devrin kudretli devlet adamı Ahmet Mithad Paşa, Şehzade veliaht Abdülhamid Hana gider ve kendisinin Kanuni Esasiyi yani Meşrutiyetin ilanını yapması kaydı ile tahta geçirmek istediklerini belirtir.


Sultan Abdülhamid, Mithad Paşayı iyi tanırdı. Amcası ve 32. Osmanlı Sultanı  Abdülaziz Hanın önce hallinde, sonra bilekleri kesilerek katledilmesinde (hallinden 6 gün sonra) mesuliyeti hatta azmettirici olduğunu, Serasker Hüseyin Avni Paşa ile işbirliği yaptığını bilmektedir.


Tahta geçmek için Kanuni Esasiyi ilan eder. Mithad Paşanın da devlet geleneklerine göre veliaht şehzade olan Abdülhamid Hanı Sultan ilan etmekten başka çaresi yoktur.


Daha 3 ay evvel katledilen Sultan Abdülaziz Han cinayetinde parmağı olan ve yeni Sultanında bunu bildiğini tahmin eden Mithad Paşa, bu cinayetinden sıyrılmak için Meşrutiyete sığınmaktadır.


Abdülhamid Han tahta çıkar Kanuni Esasi ve Meşrutiyet sistemine geçer ve devlet idaresini batılılaşmanın gereği olarak Meclisi Mebusan’a bırakır…


Mithad Paşa, hem daha bir kaç ay evvel yaptığı darbeyi unutturmak ( Abdulaziz Hanın Katledilmesi ) hem de bir İngiliz adamı olarak Ruslarla savaşmak istiyordu... Meclisin yarısı, zaten gayri Müslim ve batı taraftarı idi.


Onlarda İngiliz çıkarları gereği bir Osmanlı -Rus savaşı istiyorlardı.


Tıpkı 2015 de Rus uçağını düşürerek, 2016 da Rus Büyükelçisi Karlov’u öldürerek, Türkiye ile Rusya’yı savaştırmak isteyen günümüz Natocuları, Atlantikçileri gibi…


Ve yapılmaması gereken savaş başladı…


Yazımızın konusuna başlık olacak, Türklerin zararlı çıkacağı ve ağır bir Rus mağlubiyeti tadacağı 93 Harbi 13 ayda bittiğinde, Rus askeri komutanı Grandük Nikola (Çar Alexandrın kardeşi) Yeşilköy önlerine gelmişti. ( Bugünkü Bakırköy Galeria ve Gelik Lokantası civarı ).


Evet, sadece 13 ay da. Şark cephesinde de vaziyet kötü idi. Ruslar Erzurum, Bayburt önlerinde idi.


Meşrutiyet Meclis mütareke istedi.


Tarihe Ayastefanos ( Yeşilköy ) antlaşması olarak geçen ve Türk askeri tarihinin en ağır neticelerinden birine yol açan bu antlaşma imzalandığında, adeta Türklerin Avrupa da toprağı kalmıyordu.

Burada akla şu soru gelebilir?


Sizin kudretli, Sultanınız Ulu Hakanınız (Merhum Necip Fazıl’ın tabiri ile) ne yapıyordu?


Hiç bir şey! Çünkü sultan Abdülhamid Hanın eli kolu bağlı ve idare tamamen Meşrutiyet meclisi ile Mithad Paşa ve avanesinin elinde idi.


Bazen utanmazca eleştiri yapılır Abdülhamid Han için, Yıldız Sarayından 93 Harbini yönetmeye çalıştı diye…


Bu utanmazlar bilmeliler ki Abdülhamid Han 93 Osmanlı Rus Harbini ne başlatandır ne de askeri manada idare edendir…


Zaten yakın çağlarda hiç bir hükümdar, imparator, çar, veya kral ordusunun başında ve sıcak savaşta yer almazdı.


Osmanlı ise Meşrutiyete geçmiş ve tüm idare ve kumanda zaten meclis ve sadarette idi.


Üstelik Sultan Abdülhamid Han taht’ a geçeli bir kaç ay olmuş ve şantajla tehditle ülkeyi idare eden bir çete ile daha mücadeleye başlamamıştı.


İşte ne olduysa bundan sonra oldu ve bu ağır mağlubiyetten, başta Mithad Paşa ve hükümeti ile Kanuni Esasi ile idarede bulunan Meşruti idareyi mesul tutan Padişah Abdülhamid Han Kanuni Esasinin yani Anayasanın kendisine verdiği yetki ile Meclisi lağveder ve idareyi mutlak manada eline alır.


Yani Sultanın gerçek manada hakimiyeti ve idaresi Meclisin feshi ile başlar.


Yok, öyle Rus mağlubiyetinden onu mesul tutmak ve faturayı ona kesmek!


Bu tarihi gerçeklere de idare sanatına da örf ve ananelere de aykırıdır.


1878 den itibaren ancak Osmanlı idaresinden sorumlu tutulabilir Abdülhamid Han.


Tahta oturduğu tarih olan 1876’dan itibaren değil…


Yani bir Rus-Türk savaşı daha, bize rağmen çıkmış ve bizim aleyhimize tecelli etmiştir.


Osmanlı Türk Hazinesi yine tam takır kalmış, Londra’daki Küresel ailelere de borçlanmıştır.


Bunların telafisini ise Abdülhamid Han yaklaşık 33 sene sürecek padişahlığında yapmış ve aslında kendi taht’a oturduğu günlerde bitmiş olan Osmanlı Devletini 20. yüzyıla taşıyabilmiştir.


O yıllarda çok güçlü olan çar idaresi, aslında İngilizleri ikna edebilse İstanbul’u çoktan işgal edebilmiş ve İstanbul şu an da bir Rus şehri olmuştur.


Şayet Bolşevik İhtilali, 1917 de olmasa idi 1.Cihan Harbinden sonra, Çar orduları Sykes Picot antlaşması gereği İstanbul’u ve tüm Karadeniz kıyılarımızı almışlardı.


Tabii tarihte şu şöyle olmasa, bu böyle olurdu demek çok zor ve ne kadar doğru?

Nihayetinde her şey bir Kader planında seyretmektedir.


Ama cüz-i irademizle ancak bu kadar kanaat yürütebiliriz.


Velhasıl ı kelam Türkiye Rusya münasebetlerinin hep dostane olması Türkiye’nin de Rusya’nın da menfaatlerine olacaktır.


Ama Türkiye’nin daha fazla menfaatine olacaktır.


Bunu sadece Osmanlı Tarihinde değil, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de görürüz.


Türk -Rus ( 1920 ve sonrası ) münasebetleri de çok enteresan tarihi anekdotlarla doludur.


Ama bu yazının konusunu aşacağı için bunu başka bir makale konusu yapabiliriz…