Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

Meşruiyet ve Vesayet

Öncelikle meşruiyeti meşrutiyetle karıştırmayalım diyerek yazıma başlayalım. Zira aralarındaki bir harf manayı çok değiştirmektedir. Meşrutiyet bir yönetim biçimidir. Tarihimizdeki uygulaması ile altta bir meclis var, başta da bir padişah. 1876’da II. Abdülhamit ile 1908’de de İttihat ve Terakki Darbesi ile gerçekleşen, II. Meşrutiyet olarak olarak uygulanmıştır. İkisi de başarısız denemelerdir.

Meşruiyet ise aslında literatür(istilah) daki manası ile; şeraite uygun, geçerli olan yasal olan hukuki olan denilebilir.

Herkes tarafından kabul edilmiş, geçerliliği olan tüm fiiller, sözler, davranışlar meşruiyet kapsamına girer.

Ülkemizdeki (bilhassa Anadolu’daki) tarihimiz yaklaşık bin yıllıktır. Sultan Alpaslan Gazi’nin 1071 yılında Malazgirt Meydanı’nda Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i yendikten sonra başlayan Anadolu Medeniyetimiz bin yıla dayanmıştır. Selçuklu ve Osmanlı monarji sistemleri ile fakat İslami Şer-i Hukuku ile yönetilen bu iki medeniyetimiz yukarıda da bahsettiğim Osmanlı’nın son dönemlerinde meşrutiyeti de uygulamıştır. Akabinde ise kurulan Cumhuriyet’le de son doksan yılımızı geçirmişizdir.

Mutlakiyet – Meşrutiyet – Cumhuriyet. Üç rejim adeta birbirini tamamlamış hatta tekamül etmiş gözükmektedir. Her ne kadar her yeni rejimin ismi bir öncekinden daha iyi gözükse de birbirlerinden çok farklı olmamıştır. Zira mutlakiyette yani Selçuklu ve Osmanlı da hakimiyetin Allah adına

padişah tarafından uygulanması, son dönemlerinde ki meşrutiyette ise bu uygulamaya padişahın yanında meclisin ilave edilmesi sonra lağvedilmesi daha sonra ise cumhuriyet döneminde hakimiyetin ilk yıllarda Allah adına millete ve meclise uygulanması verilmiştir. Daha sonra getirilen laiklik ilkesi ile de hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesi getirilmiştir. Hep getirilmiştir dedik ama; Acaba söylendiği gibi uygulanmış mıdır?

Yani hakimiyet Allah adına veya millet adına uyguluyorum diyenler vaat ettikleri yönetimi uygulamış mıdır?

Ben mutlakiyet üzerinde durmayacağım. Zaten bir kişinin kararı ile yönetildiği söylenen (velev ki şer-i hukuku uyguladığını söylese bile) sistemin konuşulacak çok fazla bir yanı olmasa gerek.

Ancak içinde meclis barındıran meşrutiyet ve bilhassa hakimiyetin bila kayd-ü (kayıtsız şartsız) milletindir denilen cumhuriyet sistemi acaba gerçekten millete veya onun seçtiği meclise dayalı mıdır?

İşte meselenin püf noktası budur! Padişahı kovduk; hakimiyeti bir kişiden aldık millete verdik denilmiştir. Pekiyi hakimiyet milletin olmuş mudur?

Daha önceleri saraylardan idare edilen bu ülke bu sefer de köşklerden mi idare edilmiştir. Tek adamlık sona ermiş midir? Yoksa tek şef veya Milli Şefler dönemi mi olmuştur. 23 Nisan 1920’de kurulan T.B.M.M. çeşitli darbelerle kaç defa kapanmıştır. 1938’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında Mareşal Fevzi Çakmak Meclise girip İsmet Paşa’yı Cumhurbaşkanı seçin yoksa dışarıya bakın dediğinde milletvekilleri dışarı çıktığında namluları T.B.M.M.’ye çevrilmiş tankları ve topları görmüştür.

Ne zamana kadar 14 Mayıs 1950. Bu tarihte ilk defa farklı bir parti meclise girmiş ve ezici üstünlükle iktidar olmuştur. Ancak vesayet buna on yıl müsaade etmiştir, ve halkın iktidarı, başbakanı bir avuç cuntacı tarafından organize edilen VESAYET tarafından ilga edilmiştir. Benzer müdahaleler 1971 – 1980 ve 1997’de yine yapılmıştır. Nihayet olarak 2007 yılında şu anki Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün de meclis tarafından seçilebilmesi engellenmek istenmiştir. Bu sefer ki meclis ve hükümet çetin ceviz çıkmış ve VESAYET’i kabul etmemiştir.

Öncelikle üçyüzaltmışyedi tutturmacası meclis tarafından mağlup edilmiştir. Bilahare iktidarın bu sefer MÜKTEDİR olması sebebi ile dişlerini gösteren VESAYET canavarı kabuğuna çekilmiştir.

Vesayet kelime olarak vasi olmaktan gelmektedir. Bir şeye, kişiye, şirkete, topluma, devlete vasi olmaktır. Onun adına konuşmak yönetmek hatta müktedir olma istekleridir.

Rejimimizdeki vesayet ise millet değil biz konuşacağız demektir. Halk değil biz yöneteceğiz demektir. Ben ne kadar izin verirsem sen o kadar görüş sarfedersin; ben ne dersem ona göre yaşayacaksın, oturacaksın, kalkacaksın ibadet edeceksin demektir.

İşte bu şartlar altında bir meşrutiyet ve cumhuriyet idarelerindeki vesayetle bu günlere geldik. Tırnaklarımızla kazıyarak demokratikleşmemizi tamamlamaya çalışıyoruz. Hakimiyetin milli irade tarafından tecelli edilmesini savunuyoruz. O günlerden bu günlere geldiğimizde alınan yolun daha alınacak yollara işaret edeceğini ümit ediyoruz.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar