Yazı Arşivi

Yazı Arşivi

Mail: arsiv@teknikelektrik.com

Kürt Sorununda Barışa Doğru

Yeni Bir Dönem Başlıyor

Diyarbakır'da yüzbinlerin katılımıyla kutlanan Nevruz, Kürt sorununun halli konusunda kritik bir dönemin geride bırakıldığı bir gün olarak kayda geçecektir. Farklı bir devlet aklının girişimiyle, yıllardır sağlanmaya çalışılan barışın önemli bir aşaması 21 Mart 2013'de Diyarbakır'da kutlanan Nevruz geride bırakılmıştır. Bu, genel anlamda Türkiye'nin iç barışı açısından önemli bir başlangıçtır.

Kürt siyasal hareketi PKK ile Devletin güçleri arasında cereyan eden silahlı mücadelenin bitme süreci, hareketin lideri Öcalan'ın gönderdiği mektubun meydanda okunmasıyla başlamıştır. Öcalan mektubunda silahlı mücadele devrinin kapandığını, silahlı güçlerin yurt dışına çekilmesi gerektiğini söyleyerek önemli bir adım atmıştır. Bu adım sorunun halledilmesine bir başlangıç olması açısından önemlidir.

Diyarbakır'da kutlanan Nevruz ve PKK liderinin meydanda okunan mektubu hangi açıdan bakarsak bakalım ülkenin en önemli meselesi Kürt Sorunu açısından yeni bir döneme girdiğimizi işaret etmektedir.

Mektupta Neler Var?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, mektup iyi formüle edilmiş, hitap ettiği ülkenin tümünü dikkate alan, sorun çıkarabilecek kesimlere uygun mesaj ileten bir muhteva ve üslupla yazılmıştır. Elbette Öcalan ile uzun zamandır görüşen yetkililer,
onunla birtakım mutabakatlara vardıktan sonra mektubun yazılmasına ve meydanda okunmasına izin çıkmıştır. Bu, mektubun zorla yazdırıldığı anlamına elbette gelmez. Ama bir karşılıklı mutabakatın olduğu da muhakkak.

Bilindiği gibi bu mektup kaleme alınmadan önce Öcalan Kürt siyasal hareketinin bütün unsurlarına, BDP, Kandil ve Avrupa'ya mektuplar yazarak onların da sürecin başlamasına ilişkin kanaatlerini almıştır. Dolayısıyla bu mektupla, Kürt siyasal hareketinin bütün unsurlarının genel hatlarıyla içeriğinden haberdar olduğu bir mesaj kitlelere ulaştırılmıştır. Mesajın kitleler nezdinde okunması, artık bu andan itibanen mesaj yazanı ve temsil ettiği hareketi ve mesajın iletilmesine izin verenleri bağlamaktadır.

Mektup doğrusu istenirse, genel hatlarıyla olumlu, hatta hem genel kamuoyu hem de örgütün doğrudan muhatap aldığı kamuoyu tarafından sürpriz olarak nitelenebilecek bir içeriğe sahip.

Mektupta:
1) Sınır dışına çekilmenin dışında, silahlı mücadele döneminin bittiği, siyasetin ve fikirlerin geçerli olacağı bir döneme geçildiği vurgulanıyor.

2) Ayrışmaya ve çatışmaya karşı birleşme vurgusu yapılıyor.

3) Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve Misak-ı Milli vurgusu ön plana çıkıyor.

4) İslam kardeşliğine vurgu, tarihi ve kadim referanslara gönderme yapılıyor.

"Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtler ile bin yıla yaklaşan İslâm bayrağı altında ki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır."

5) Cumhuriyet modernleşmesini "kapitalist modernite" olarak niteliyor. Son yüzyılın baskı ve imha politikalarını halka değil, seçkinci elite ve uyguladığı moderniteye bağlıyor.

"Kapitalist moderniteye dayalı imha, baskı ve asimilasyon politikaları, halkı bağlamayan dar bir seçkin
elitin, tüm tarihi ve kardeşlik hukukunu imha eden çabalarını ifade etmektedir.”

6) "Kapitalist Moderniteye karşı 'demokratik modernite' kavramsallaştırmasını yapıyor. Ve Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak tanımladığı Türkler ve Kürtleri 'Demokratik Modernite'yi oluşturmaya çağırıyor."

“Günümüz de artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde  Demokratik Modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.”

7) Ayrıca 'Biz kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır' diyerek son yüzyılı paranteze alıp, tarihe göndermede bulunuyor.

Mektubun genel hatlarıyla olumlu olduğunu yukarıda da ifade etmiştik.

Örgüt tabanı açısından da, Türkiye kamuoyu açısından da sürpriz diye nitelenebilecek özellikler taşıdığını ayrıca belirtmeliyiz.

Örgüt tabanı söz konusu olduğunda, bir uzun süreli ateşkesin, hatta sınır dışına çıkışın beklendiği ama silahlı mücadele döneminin bittiğinin ilanının sürpriz olduğunu anlıyoruz. Kürt siyasal hareketinin önemli simalarından Fırat Anlı, Radikal'den Ezgi Başaran'a verdiği röportajda silahlı mücadelenin bittiğine ilişkin bir söylemin beklenmediğini belirtiyor:

"Öcalan'ınki son derece stratejik bir karar. Bu yıla, bu döneme özgü değil. Sınır dışına çekilmenin ötesinde artık silahlı mücadelenin biteceğini söylemek çok farklı bir durumdu. Herkes ateşkes çağrısı bekliyordu ama bu kadarını değil açıkçası. O nedenle belli bir süre insanlar bu kararı enine boyuna tartışacak.”

Hakikaten genel kamuoyu açısından Marksist, Stalinist bir örgütün liderinin İslâm'a, tarihe ve kadim değerlere yaptığı göndermeler beklenen bir durum değildi. Bu vurgular hangi gerekçe ile yapılmış olurasa olsun önemlidir. Böyle açıktan yapılmış bir deklerasyonun, varsayalım ki politik olarak yapılmış olsa bile bağlayıcılığı vardır. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde gerek Kürt siyasal hareketinin tabanını gerekse ülke siyasetini etkileyecek önemde unsurlar içerdiğini söylemeliyiz Apo'nun mektubunun.

Çözüm Sürecini Nasıl Değerlendirebiliriz?
1)
Öncelikle akan kanın durmasına vesile olacak bir dönemin kapısını aralayan bu sürecin olumlu olduğunu belirtmeliyiz. Böyle bir durumun varlığı insani açıdan da, İslâmi açıdan da başlı başına müspet bir değerdir.

2) Terörü ve korkuları kendi varlığını devam ettirmek için kullanan vesayet sistemi geriletilmiş oluyordu. Vesayetin geriletilmesinde emeği geçen başta AK Parti iktidarı olmak üzere herkesin bu sürecin başlamasında olağanüstü payı vardır.

3) Devlet, çok uzun zamandan beri yapmadığı bir biçimde ön aldı. Kendi vatandaşlarıyla ile varolan sorunu, Atlantik ötesi aracılarla konuşmaktan vazgeçerek doğrudan ve kamuoyunun olabilecek ölçüde bilgisi dahilinde konuşmaya başladı. Bu barış sürecinde olumlu bir sonuç alınırsa, hem kanayan/kangren olan sorun çözülmüş olacak hem de Türkiye önemli bir psikolojik eşiği geçerek kendi sorunlarını, kendi iradesiyle çözme özgüvenine kavuşacaktır.

4) Rejim, insanların yaratılıştan gelen haklarının güç yoluyla önlenemeyeceğini, Kürdü Türk yapmaya çalışmanın haksızlığını, beyhudeliğini ve zarannı anlamış oldu artık.

Öcalan ve PKK da silahlı mücadelenin istedikleri sonuca ulaşmayacağını anladılar. En önemlisi, Kürtlerin Müslüman olduğunu, İslâm'a rağmen bu topraklarda yapılan mücadelenin müspet bir sonuca ulaşamayacağını gönülsüz de olsa fark ettiler.

5) Rejim, İslâm'ı irtica, Kürtleri de bölücülük bağlamında öncelikli iç tehdit ve tehlikeler olarak görüyordu. Ülkenin varlığından ziyade rejimin kendisi için tehdit sayılan bu iki tehlike(!) bugün rejimin ve iktidar elitlerinin hiç ummadıkları/ kabullenmedikleri ölçüde ülke yönetiminde ana unsurlar olarak söz sahibi konumuna geldiler. Ülke siyasetini doğrudan etkileyen pozisyonları var. İnsanlarının kahir ekseriyetini tehlike kabul ederek bir ülkenin sağlıklı bir şekilde var olamayacağı artık anlaşılmalıdır (anlaşılmaktadır).

Yaşanan barış süreci, tehlike kabul edilen ülke ahalisinin büyük bir kısmının bu ülkenin onurlu vatandaşlan ve eşit ortakları olduklarının fiili ve hukuki bir tasdikiyle sonuçlanmalıdır.

6) Barışı Türklerle Kürtlerin iki halkının barışı olarak takdim etmek yanlıştır. Barış rejimin mensupları ile Kürtlerin bir kısmını temsil eden siyasal hareket arasındadır, iki halk arasında bir husumet asla söz konusu olmamıştır, belki dış müdahalalelerden kaynaklanan basit kırgınlıktan söz edilebilir. Bu kırgınlık rejim ve örgüt engeli aradan çıkarsa çok kısa sürede muhabbete dönüşecektir; zira onlar Allah'ın izniyle kardeştirler zaten.

7) Siyaset yapma işini siyaset dışı kurumların üstlenmesinin, siyasetle çözülebilecek sorunları bile çatışmaya götürebilen bir sonucu ürettiği son otuz yıl içinde bir kez daha acı bir şekilde görüldü. Bir nevi 'anti-siyaset' anlamına gelen geçmiş dönem siyasetinin bir daha geri dönmeyecek şekilde milletin hayatından çıkarılması acilen ifası gereken bir iş olarak önümüzde durmaktadır.

Bunun için siyasi alanı genişleten, siyaseti mümkün kılan ve siyaset dışı güçlerin siyasete müdahil olmayacağını teminat altına alan yeni bir anayasanın yapılması acil ve kaçınılamayacak bir görev olarak ortada durmaktadır. Varolan bu müsait ortam mutlaka değerlendirilmelidir!

İyimser Olmalı mıyız?
Evet iyimser olmalıyız. Kürt sorununun tamamı değil ama önemli bir kısmı şiddettir, PKK'dır. Şiddetin duracağının deklare edilmesi, hem kan akmaması hem de çözümün doğru bir yerden başlaması açısından iyimser olmayı gerektiren bir durumdur.

Buradan, olup bitti, sorun halloldu artık sonucunu çıkarmak bizi telafi olmaz bir yanlışa düşürür. Silahlar ve şiddet devre dışına çıkarılarak, mücadelenin yeni bir evreye girdiği belirtiliyor Öcalan'ın mektubunda: "Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu, mücadeleyi bırakma değil farklı bir mücadeleyi başlatmaktır." Bu gerçeğin farkında olarak, bu yeni mücadele döneminin gereklerini inşa etmek durumundadır Türkiye siyaseti.

Süreç hassas bir dönemden geçileceğini gösteriyor. Bu dönemde her iki tarafında provokasyonlara karşı dikkatli ve dayanaklı olması gerekiyor. Kullanılan dilin sürecin hassasiyetine uygun, özenli bir dil olması zorlukları aşmayı kolaylaştıracaktır.

Öcalan'ın mektubunda kullandığı kavramlar hareketin stratejisinde bir paradigma değişiminin varlığını gösteriyor. Kürt hareketine silahı bırakıp siyaset yapmayı öneren, intikam yerine kardeşliği, helalleşmeyi öneren, yakın tarihi paranteze alarak geçmişin "BİZ" kavramlarına göndermeler yapan, İslâm kardeşliği içinde geçmiş 1000 yıllık tarihe göndermeler yapan bir söylem, Kürt siyasal hareketinde paradigmatik bir değişimin varlığına işaret ediyor. Bu değişimin Kürt siyasal hareketi tarafından algılanması sürecin selametini etkileyecektir.

SETA siyaset direktörü Hatem Ete' nin gayet yerinde tespitiyle 'çözüm süreci on yıldır vesayetle sürdürülen mücadelenin son halkasıdır"

Sürecin, bir asimilasyonun, inkarın ve şiddetin sonlandırıldığı, hakların teslim edildiği, helalleşmenin olduğu bir sonuca ulaşmasını dileyerek Altan Tan'ın Kürt Sorunu kitabından bir alıntıyla yazıyı sonlandıralım:
Diyarbakır'ın tanınmış ve CHP'li ailelerinden birinin çocuğu olan Nizami Bey'den dinlendiklerini anlatıyor Altan Tan.

"Nizami Bey, ilkokulu bitirdiğinde cumhuriyet yeni ilan edilmiş, o da aynı yıl ortaokula başlıyor. Okulun açılış töreninde oldukça heyecanlıdır. Müdür Bey heyecanlı bir konuşma yapıyor. Hain padişah, Türklük, yeni bir kimlik vb. sözlerin sıkça geçtiği konuşmanın bir yerinde parmağıyla işaret ederek Nizami Beyi çağırıyor yanına. Ona, 'Söyle bakalım evladım sen nesin?' diye sorunca hiç duraklamadan 'İslâm'ım hocam!' diye bağırarak cevap verdim. Cevap vermemle beraber müdürün okkalı tokadı yanağımda şakladı. Müdür gürleyerek, 'sen nesin?' diye ikinci kez sorunca 'İslâm'ım' cevabı olmadığına göre geriye kalan tek ihtimali hiç duraksamadan bağırarak söyledim, 'Hanefiyim hocam' Öyle ya Şafi köylülerin aksine biz Diyarbakırlıların tamamı Hanefi idik. Müdür birincisinden daha şiddetli bir tokat indirerek, 'Türküz hepimiz Türküz!' diye avazı çıktığı kadar bağırınca gerçek cevabı anlamış olduk."

Bu anektod, neden bir Kürt sorunumuzun olduğunu yeterli açıklıkta ortaya koyuyor. Fakat bu sadece Kürtlerin maruz kaldığı bir muamele değildi. Etnik olarak Türk oldukları halde milletin diğer unsurları da (İslâmsız) 'Türk' tanımına uygun hale getirilmek için şiddet farkıyla da olsa aynı muamelelerden geçtiler.

Hatem Ete'nin şu tespit ve dileğini tekrarlayalım: "Türkiye'yi Kürtlerle, Kürtleri Türkiye ile tehdit ve terbiye dönemi kapanıyor.'

Kaynak:Umran Dergisi / Nisan 2013

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar