Dr. Yasin Duran

Dr. Yasin Duran

Mail: yduran@teknikelektrik.com

Futbolumuzun Marka Değeri ''Rezalet'' ve ''Hırsızlık''

Türkiye’de futbolun bir markası var mı? Bir marka değeri var mı? Televizyonlar da futbol yorumcularının futbolumuzun marka değeri demeleri ile futbolumuzun gerçekten değeri olan bir markası var mı diye düşünmeden alamadım kendimi.  Bir ürünün marka değeri taşıması için kaliteli olması gerekir, kalitesiz bir ürünün herhangi bir markası ve marka değeri olamaz. 51 yaşındayım ve 6 yaşında sokak aralarında oynayarak başladığım futbol, bu yaşa kadar gerek amatör olarak aktif futbol oynayarak gerekse profesyonel futbolu izleyerek hep içinde oldum. Dünyada oynana futbolu ve Türkiye de oynanan futbolu izleyerek keyif almaya çalıştım. Bunca zamandır izlediğim Türkiye liginde oynanan futboldan keyif almak gerçekten mümkün değil, çünkü oynanan oyun futbol değil, sokak arası itişme kaşkışma görüntüleri, sürekli hakemle ve rakip oyuncularla ağız dalaşı yapılıyor. Ve buna futbol diyorlar, aklımızla dalga geçiyorlar. Gerçi futbol izleyicilerinin büyük çoğunluğu bunu futbol zannediyor, o nedenle bize bu rezilliği futbol diye izletiyorlar. Futbolun bir marka değeri olması için futbolun tüm unsurlarının kaliteli, değerli olması gerekir. Hadi şimdi futbolumuzun tüm unsurlarını inceleyelim bakalım bir kalite bir değer görebilecek miyiz?

 

Taraftardan başlayalım… Daha önce yazmış olduğum tribün terörü başlıklı yazımda yazdıklarımı özetleyeceğim. Futbolumuzu değersizleştiren, çirkinleştiren, rezilleştiren en önemli unsuru tribünlerimizi teslim ettiğimiz bu teröristlerdir. Bunlar ağızlarından salyalar fışkırarak sürekli rakip takıma ve hakemlere küfürler, hakaretler ediyorlar. Hakemlere baskı yaparak takımları lehine haksız penaltı almaya, haksız fauller almaya, kendi aleyhlerine olan doğru kararları hakemlerin iptal etmesi için tribünlerde azgınlık yapıyorlar. Ve maalesef bu istediklerini alıyorlar, futbolumuz bu teröristlere teslim edildikçe sadece hasız yere kazanılmış maçlar ve bunun sonucu da ‘’HIRSIZLIKLA ELDE EDİLMİŞ KUPALAR’’ ortaya çıkıyor. Utanmadan bu şampiyonluklar kutlanıyor. Düşünün hırsızlıkla çaldığınız malları topluma gururla sunuyorsunuz, bunun marka değeri ancak ‘’REZALET’’  ve ‘’HIRSIZLIK’’ olabilir. BU tribün teröristlerinin baskısıyla kulüp yöneticileri olur olmaz transferler yaparak kulüplerimizi borç bataklarına saplamış ve iflas etmiş hale getirmişlerdi.  

 

Sahadaki asli unsur olan futbolcularımızı irdeleyelim. Sahada oynayan futbolcuların büyük çoğunluğu kaliteli bir futbol sergilemekten ziyade haksız kazanç elde etmeye yönelik hareketlerde bulunuyor, bize futbol değil ‘’REZALET’’ izletiyorlar. Rakip ceza sahasına giren oyuncu, savunma oyuncusunun herhangi bir yerinin vücuduna değdiğini hissettiği anda kendini yere bırakıyor, kendi ayağını savunma oyuncusunun ayağına takarak kendini yere atıyor, haksız penaltı almaya çalışıyor, yani hırsızlık yapmaya çalışıyor. Koca koca spor yorumcuları utanmadan, sıkılmadan bu tip oyuncular için zeki oyuncu penaltıyı aldı diyorlar, ya adam resmen hırsızlık yapmış, gece evimize girip cüzdanımızı ve değerli eşyalarımızı çalan hırsızlardan ne farkı var bu futbol arsızlarının. Ayrıca futbolcunun biri rakip futbolcuya cinayetle eşdeğer bir faul bile yapsa ellerini kaldırıyor, masum bir çocuk edasıyla bir şey yapmadım, ben masumum demeye çalışıyor, hakem buna faul verdiyse de hakemin üzerine yürüyerek haksız kazanç elde etmeye çalışıyor. Maçtan sonra demeç veriyorlar, basit goller yedik gibi zırvalar. Aklınca rakibi küçümsüyor, rakibine saygı göstermiyor. Aslında kendine de hakaret ediyor aklı kıt sporcu, madem basit goller yedin sen basit goller yiyecek kadar basitsin demek bu, bunu anlayacak kapasitesi yok tabiî ki. Anlayacağınız futbolcularında büyük çoğunluğu kalitesiz, değersiz, arsız. Teknik direktörlerde futbolcularla aynı kafada hareket ediyorlar, yok birbirlerinden farkları. Yani bu futbolcuların ve teknik direktörlerin futbolumuza kattığı marka değeri de ‘’REZALET’’ ve ‘’HIRSIZLIK’’ olabilir ancak.

 

Kulüp yöneticilerimiz ise, taraftardan farksız hareket ediyor, tribün teröristlerinin protokole sızmış unsurları olarak görev yapıyorlar. Bunla kendi şirketleri sürekli kar eden işadamlarıdır, nedense kendi şirketlerini yönetirken hata yapmıyorlar, servetlerine servet katıyorlar, ama nedense yönettikleri kulüpleri iflasın zirvesine taşıyorlar. BU yönetici denilen zevat sahada kendi aleyhlerine çalınmış düdükler için veryansın ediyor, ancak aynı maçta kendileri lehine verilmiş haksız penaltıyı görmezden geliyorlar. İpe sapa gelmez futbolculara dünya kadar para veriyorlar, sanki kendi paraları, savurduğunuz bu paralar sadece o kulübün parası değil, milli servet beyler. Bu günlerde FİFA ve UEFA’nın baskılarıyla TFF tarafından kulüplerin lüzumsuz harcama yapmasını engellemek ve kulüpleri bataktan kurtarmak için hazırlanmış harcama limitleri konusu var. Oooooooo diyor kulüp yöneticileri bize harcama limiti kalmamış, biz nasıl transfer yapacağız, bizim önümüzü kesiyorlar vs vs…  Elektrik faturalarını, kulüp çaycısının maaşını veremeyecek hale gelmişsiniz, taraftardan kampanyalarla para dileniyorsunuz, bir de transfer yapalım diyorsunuz. Arkadaş bu sene transfer yapma, genç Türk oyunculara şans ver, onları oynat, milyon euroları çöpe atma, şampiyon olacaksan bu çocuklarla ol birkaç sene paraları savurma, yoooook ben büyük oyuncu transfer edeceğim, gazeteler, televizyonlar falanca yönetici dünya yıldızını Türkiye ye getirdi diyecekler, sende şişeceksin. Ama memleketin paralarını çöpe atacaksın. Anlayacağınız yöneticilerin kalitesi yok, bu zevatın da futbolumuza kattığı marka değeri ‘’REZALET’’ ve ‘’HIRSIZLIK’’ olabilir.

 

TFF, MHK, hakemlere gelelim, bunlarında futbolun diğer unsurlarından farkı yok. TFF zaten büyük kulüplerin verdiği elemanlardan oluşturuluyor. Yani suyun başını eşkıya tutmuş, rezilliğin daniskası. Geçmişte 7’ye 3 bizde, 6’ya 4 bizde gibi söylemleri az duymamıştık. Bunların temel görevi İstanbul’un 3’lü mafyasını ve onların taraftarlarını memnun etmektir. Sezon başlar 8-10 haftalarda ilk sıraları hangi takımlar paylaşıyorsa şampiyonluk yarışı onlar arasında olur genelde, istisnalar kaideyi bozmaz tabiî ki. Bu dönemde 3’lü mafya kendi arasında yarışıyorsa TFF, MHK, hakemler duruma göre hareket ediyor, TFF yönetiminde 6’ya 4, 7’ye 3 kim hâkimse ona destek vererek şampiyon yapıyorlar. Eğer bu İstanbul 3’lü mafyasından biri diğer kulüplerle yarışıyorsa, sahada hakemler, masada TFF bu mafya lehine kararlar ile şampiyonluğun İstanbul’da kalmasını sağlıyorlar, tam bir hırsızlık tam bir rezalet. Geçtiğimiz 4 yılda 2 yıl GS-Başakşehir, 2 yılda da BJK_Başakşehir yarışıyordu, TFF, MHK, hakemler sahada ve masada şampiyonluğu Başakşehirden alınıp, karşı tarafa verdiler. Bunun diyeti olarak, bu yıl 3’lü mafya ortada olmayınca, şampiyonluk yarışında tüm kıyakları Başakşehi’re yaparak, TS’un aleyhine bilerek kararlar verilerek şampiyonluk TS’dan alıp Başakşehir’i şampiyon yaptılar. Burada TS’un teknik direktör seçiminde yaptığı hatalar şampiyonluğun gidşinde diğer bir faktördür, iğneyi başkasına çuvaldızı da kendimize batıralım. Yani anlayacağınız Türkiye liginde şampiyon olmazsın, TFF, MHK ve hakemler tarafından şampiyon ilan edilirsin.  TFF, MHK, hakemlerin kalitesi yok, bunlarında futbolumuza katacağı değer ancak ‘’REZALET’’ ve ‘’HIRSIZLIK’’ olabilir. Bakalım seneye izletecekleri tiyatroda kimi şampiyon ilan edecekler.

 

Bu ‘’REZALET’’ ve ‘’HIRSIZLIK’’ ile seyreden futbolu izleyen biz televizyon başındaki izleyicilerinde tribünlerdekilerden fazla farkımız yok.

Futbolumuzun tüm unsurlarından kısaca bahsettim… Görüldüğü üzere bu unsurların hiç birinde kalite ve değer yok. Kalitesizlerin, değersizlerin bu ürüne katabileceği her hangi bir değer yok. Tüm unsurların tek amacı nasıl olursa olsun kazanmak. HIRSIZLIKLA,  ARSIZLIKLA da olsa kazanmak. Ne UTANMA kalmış, ne ARLANMA. Buradan da ancak ‘’REZALLET’’ ve ‘’HIRSIZLIK ‘’ gibi bir değer çıkar…

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar