Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

Asimetrik Saldırı ve Erdoğan Farkı

Aslında İslam’a ve Müslümanlara olan ama bunu direk söyleyemedikleri için endirekt olarak Ak Parti veya tarikat ya da cemaatler adı altında İslam’ı yaşamaya çalışan toplum kesitlerine olan kin ve nefretlerini artık asimetrik olarak sürdürüyorlar.

Peki ne demektir asimetrik saldırı? Kelime itibarı ile simetrik olmayan yani belirli bir düzen ya da beklenen şekilde gerçekleşmeyen amorf (şekilsiz) hareketler, teşekküller, oluşumlar asimetrik olarak değerlendirilir...

Misal trafikte tüm arabaların ve yolun beklendiği gibi vasıtalarla kullanılması simetrik ise vasıtaların beklenmedik yani ters yönden gelmesini ise asimetrik olarak değerlendirilir...

Peki bunun günümüz siyaset veya içtimai (sosyal) hayatta karşılığı nedir?
İşte tam da bundan bahsedeceğiz. Bilhassa Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye üzerine mührünün vurulmadığı yıllarda yani bilhassa 2003 ve evvelinde ülkemizde İslam’a ve Müslümanlara direk yani simetrik saldırılar yapılır ve bunda gizlenecek, saklanacak hiçbir sebep görmezlerdi. Buna sadece vesayet sahipleri yan, asker, sivil bürokrat ve yargı erkleri değil sözde milleti temsil eden siyaset mensupları da dahil olurdu.

Misal Anayasa mahkemesinin 1990’lı yıllarda başkanlığını yapan Yekta Güngör Özden ya da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığını yapan Vural Savaş gibi yargı mensupları açıktan açığa Müslümanlara hakaret etmeyi bir görev bilinci içinde yaparlardı. Sanki o vazifelere gelme ve maaş alma sebepleri Müslümanları ve inançları olan İslam’ı rencide, tahkir ve tezyifte bulunmaktı. Müslüman halkımız için vampir, örümcek kafalı, kan emici, takunyalı, yobaz, laik olmayan insan bile sayılmaz (sanki kişiler laik olabilirmiş gibi) derlerdi...

Aslında İslam’ı ve Müslümanları hakir ve aşağı görmek sadece 1990’lı, 1980’li yıllarda vardır dersek bu yıllara adaletsizlik etmiş oluruz! Çünkü yakın tarihimiz bilhassa 1950 evveli de hep böyle söylev ve uygulamalarla doludur...

Biz sadece Sayın Erdoğan dönemi ile bire bir rahatça kıyas yapabilmek için onun devri iktidarının arifesinde yaşananları hatırlamaya çalışıyoruz...

Hatırlayın bir önceki iktidarı! 1999-2002 arasında yaşananları… Çok kolay farkı hissedebileceksiniz.

Bırakın başörtülü hizmet veren memur, amir, hakim, vali vs konumunda olmayı, hizmet alan konumunda ki sıradan sivil vatandaş ya da köylü dahi bir kamu kuruluşuna giremez anayasal hakkı olan vatandaşlık hizmetlerinden faydalanamazdı. Bir şehit yakını kadın ya da asker annesi askeri kışladan içeri başörtüsü ile giremezdi.
Şehit anneleri ancak ki erkek evlat büyütmek ve askere yollamakla mükelleftiler. Oğullarının yemin töreninde veya terfi alırken gururla kışlada bulunup seyretmesi yasaktı. Zira AYM başkanı Yekta Güngör Özden’in dediği gibi “Laik olmayan insan dahi sayılmazdı” ve bu başörtülü kadınlar laik değildi.

 Akla şu gelebilir?
‘’Sayın Erdoğan’dan evvel de bir kaç inançlı başbakan hatta cumhurbaşkanı gelmişti. İlk defa namaz kılan ya da eşi başörtülü olan Recep Tayyip Erdoğan mı ki her şeyi ona bağlıyorsunuz?’’

Gerçekten de Turgut Özal gibi 5 vakit namazında, Süleyman Demirel  gibi Cuma namazlarını kılan, ağzından Allah lafzını düşürmeyen hattı zatında hem eşi başörtülü hem de 5 vakit namazında olan ve siyasi İslam’ı da temsil ettiği iddia edilen merhum Necmeddin Erbakan hocamız da bu ülke de Başbakanlık vazifesinde bulunmuştu. Hoş Erbakan hocamıza fazla tahammül edememişti bu vesayet sahipleri ve 12 ay dolmadan, kendisini iktidardan post modern bir darbe ile devrilmiş bulmuştu. Ama nihayetinde devletin başında hep muhafazakâr mütedeyyin siyasiler olabiliyordu. Hatta necip milletimiz, 1950’den beri yapılan hür ve müstakil tüm seçimlerde (o zaman intihap kullanılırdı seçim kelimesi yerine ) önüne gelen tercihler içerisinde hep daha dine saygılı ( dindar olmasa bile “Menderes” gibi ) varsa da dindar olanını tercih etmişti. Ancak seçimlerde istediği kişiyi devletin başına getirdiğini zannetse de bu halkımıza ya hiç ya da gereği gibi yansımazdı.

Yine mütedeyyin veya muhafazakârlar ikinci sınıf insan olarak görülürlerdi kamusal alanda. Bunu en güzel son sultanuş şuara üstad Necip Fazıl Kısakürek şu sözlerle ifade etmiştir;

 “Öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya…”

 Pekâlâ Recep Tayyip Erdoğan ne yapmıştır, kendinden önce ki bu sağ ya da İslam’a saygılı olan liderlerden farklı olarak?

Bir defa ilk iktidara geldiğinde şu sözlerle icraata girişmiştir sayın Erdoğan; “Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi ol-ma-ya-cak!”

Evet, olmadı da zaten.İlk iş olarak Milli Güvenlik Kurulunda hissettirmişti kendisini Sayın Erdoğan… Burada sevgili  Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’teki köşesinde bire bir aktardığı ve kamu oyunda herkesin malumu olan, dönemin Jandarma komutanı Org. Şener Eruygur’a, Erdoğan’ın koyduğu postayı hatırlayalım; Abdülkadir Selvi, yazısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Başbakanlığı” döneminde MGK Toplantısı sırasında “Karının başörtüsünü çıkar” diyen dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’a elini masaya vurup, “Kes ulan” diye bağırdığını yazdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı durumlarda bazı komutanlara yönelik sert çıkışlar yaptığını anlatan Selvi, bunlardan bazı örnekler verdi.

Selvi’nin yazısından ilginç anekdotlar şöyle idi; “27 Nisan e-muhtırası verildiğinde telefonuna çıkmayan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, AK Parti’nin açıklama yapacağı duyurulunca, 28 Nisan günü Erdoğan’ın telefonuna geri dönüş yapıyor. Erdoğan’ın ilk sözü “Paşa, bu ülkeyi sen mi yöneteceksin, yoksa ben mi?”

Yine “Balyoz darbe planı yargılamasında 102 asker tutuklanınca Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner o denli sert bir üslupla konuşuyor ki, Başbakan bundan rahatsız oluyor. Başbakan’ın bunu hissettirmesine rağmen Koşaner aynı tonda konuşmasını sürdürünce, Erdoğan “Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın? Bizi cemselere doldurup Selimiye Kışlası’na mı götüreceksin?” diye uyarıyor. Farkı zannediyorum hep birlikte görüyoruz.

Neyin farkını kastediyorum?
Kendisinden evvel ki yine sağ, muhafazakâr hatta dindar olarak bilinen Başbakan ve Cumhurbaşkanlarından yani Özal, Demirel ve Erbakan hocamızdan bir farkı vardı Sayın Erdoğan’ın... Onlarda olmayan ama Recep Tayyip Erdoğan’da olan bir fark. Buna tek kelime ile cevap verecek olursak; “Cesaret” diyebiliriz… Yani sadece dindarlık, muhafazakarlık veya mütedeyyin olmak vesayeti kırmaya yetmiyordu. Bunun en muşahhas emsali Sayın Erdoğan’ın da hocası olan ve yetişmesinde büyük pay sahibi olan merhum hocamız Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’dır. Belki ilim olarak çok daha ileridir Erdoğan’dan merhum hocamız. Ama bu bilhassa MGK toplantılarında vesayetçi paşalara karşı çok işe yaramamıştır. Elini masaya vurulması farklı bir olaydı. Buydu Erdoğan’ı farklı kılan...

Tabii ki bunların üzerinden uzun yıllar geçti. GATA’ya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) hasta ziyareti için giden dönemin Başbakanının eşi Emine Erdoğan hanımefendinin başörtülü olması hasebi ile içeri alınmayıp kapıda bekletildiği 2008 yılından beri yaklaşık 15 yıl geçti.

Köprülerin ardından çok sular aktı. 2013 yılında çıkarılan bir Başbakanlık tezkeresi ile kamu da sadece hizmet alanlara değil hizmet verenlere de başörtülü kıyafet hürriyeti getirildi. Hatta bu hürriyete karşı olan ve Anayasa Mahkemesine iptali için giden Bay Kemal bile şimdi utanmadan sıkılmadan “Ben getirdim bu hürriyeti” diye konuşabilmektedir...

Sanki kendisinin bir idari tasarruf hakkı varmış gibi?
Neyse diyoruz buna da şükür. Merhum üstad tarihçilerimizden Kadir Mısıroğlu’nun yıllar evvel bugünleri görüp “Diyecekler ki biz sizden daha iyi Müslümanız. Oyunuzu bize veriniz” dediği o günleri yaşıyoruz. Tamam da yazımızın başında işaret ettiğim “Asimetrik Saldırı” nerede?

Şimdi ona geliyorum. Artık partilerin bilhassa CHP’nin, başörtüsü yasağını savunamayacağı, Ayasofya’nın tekrar ibadete kapanmasının istenemeyeceği yılları yaşıyoruz. Bu ülke de artık bir delikanlı yok ki “Ben iktidara gelirsem başörtüsünü yasaklayacağım” diyebilsin.

Sıkı ise denesinler!!!  Lafını bile edemezler!  Erbakan hocamızın Başbakanlık köşkünde iftar yemeği için davet ettiği dini kanaat önderleri ile şimdi CHP’liler bile gizli gizli teknelerde evlerde otellerde buluşup destek istiyorlar. Artık İslam’a ve Müslümanlara söverek oy kazanamayacaklarını, bu milletin 1950’den beri onlara tek başına iktidar yüzü göstermediklerini anladılar. Şimdilerde şeytanın sağdan yaklaşması gibi sureti haktan gözükerek milletimizden destek istemektedirler. İslam’a olan düşmanlıklarını da asimetrik olarak yani beklediğimiz şekli ile değil farklı metotlarla yapıyorlar. İşte son günlerde 6 yaşında bir kız çocuğun gelinlikli resmi ile arzı endam edip sabah akşam; mature suare İslam’a ve Müslümanlara sövüyorlar.

“Bu tarikat ve cemaatlerin hepsi böyleymiş.”
“Hepsi çocuk yaşta kızlarını gelin edermiş-miş.”

“Bunlar hep sapıkmış” gibi (Haşa) televizyon ve gazetelerinde manşetlerinden veriyorlar. Tamamı da CHP’ye oy ve destek isteyen medya gurupları bunlar.

Bir taraftan Ak Partiyi bu sapıklıklara mani olmamak hatta destek olmakla (nasıl oluyorsa) suçlarken başka bir kesime de (altılı masanın sözde dindar ögelerine) “Aaaa Ak Parti TBMM’de komisyon kurdurtuyor ve tarikatları kapatacak. Zaten FETÖ’yü de böyle yapmışlardı. Bu hükümet ve Erdoğan dindarlara düşman” dedirtiyorlar...

Evet yanlış anlamadınız... Masanın iki laik mensubu CHP ve İP, Sayın Erdoğan ve Ak Partinin tarikat ve cemaatlere yol verdiğini, laikliği doğru dürüst koruyamadığını medyalarına seslendirtirken; masanın sözüm ona dindar partilerine de “Bu Ak Parti diğer cemaatlere de FETÖ’ye yaptığını yapacak. Onlara da FETÖ muamelesi yapacak’’ dedirtmektedirler. Hem laiklik hassasiyeti olan kitlelere hem de din hassasiyeti olan kesimlere Sayın Erdoğan ve Ak Partiyi öcü gibi göstermeye çalışmaktadırlar.

İşte asimetrik saldırı budur. Bir siyasi parti ve onun lideri hem dindar ve dolayısı ile yobaz hem de İslam düşmanı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

“Bunun emsali tarihte görülmemiştir” deneyin sakın.

Çünkü, yaklaşık 113 yıl evvel aynısını SultanAbdülhamid Han içinde yapmışlardı. Emanuel Carasso adlı siyonistle Avram Efendi’yi, Din alimi Elmalılı Hamdi Yazır’ı Mehmed Akif’i buluşturan üst akıl, bugünde Bay Kemal ile Temel amcayı, Ahmet hoca ile Meral Ablayı aynı masada buluşturmaktadır...

Olmaz diye bir şey yok. Oldu bile... Yalnız bir fark var o gün ile bugün arasında. Artık olayları tarihin akışına bıraktım deyip geriye çekilen Sultan Abdülhamid Han yok karşılarında.

15 Temmuz gibi bir destanla, milletini arkasına alarak emperyalistlere ve içerdeki iş birlikçilerine meydan okuyan ve onları tepeleyen bir Erdoğan var...

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar