Yazı Arşivi

Yazı Arşivi

Mail: arsiv@teknikelektrik.com

1991 SENESİNİN SON GÜNLERİ,ASKERLİĞİN DE İLK (4)

Türkiye’ye döneceğimi kimse bilmiyordu ama İstanbul, aralık ayı olmasına rağmen, beni bahar yazdan kalan bir sıcak gün ile karşılamıştı. Evde bekleyen aileme gerçek bir sürpriz olmasına rağmen benim içimde fırtınalar kopuyordu. Berlin’de son günlerde yaşadıklarım beni ağır bir depresyona sokmuştu. Hayatımda ilk defa yaşadığım bu tecrübe nedeniyle 3-4 ay kendime gelemedim. Eski arkadaşlarım ve ailem, bende bir tuhaflık, bir durgunluk olduğunu görüyorlar, mütemadiyen sorularla beni sıkıştırıyorlar ama yaşadıklarım ile ilgili bir tek şey söyleyemiyordum. Yılbaşı arifesi olduğu için geldiğim için olsa gerek, Türkiye’de teşkilattan kimse beni ne aradı ne sordu. Ama bu aynı zamanda fırtına öncesi sessizliğine de benziyordu. 1994 senesinin ilk haftasına böylece girdik. Ocak ayının beşinde nihayet beklenen telefon çağrısı geldi. Hemen ertesi gün, yani Çarşamba sabahı beni Yıldız’da görüşmeğe çağırıyorlardı. Sabah dokuz civarında randevuya gittim. Berlin’de yaşananlar ile ilgili olarak karşıma oturan iki kişiye ayrıntılı bir rapor verdim ve artık çalışmak istemediğimi, yaşadıklarımdan dolayı depresyona girdiğimi, beni affetmelerini rica ettim. Kimse kesin bir yanıt vermedi. Cuma günü tekrar görüşelim diye geçiştirdiler. Toplantı bittiğinde öğleden sonra saat üçü bulmuştu.

Cuma günü sabah tekrar görüşmek üzere vedalaştık ama bu görüşme beni daha da bir karamsarlığa itmişti. Kendimi karanlık bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordum. Elimde olsa bir daha görüşmek bir yana o semtin yakınından bile geçmeği düşünmüyordum. Bu duygular içinde perşembeyi cumaya bağlayan gece sabaha kadar uyuyamadım. Cuma günü ise kafamı yorgandan dışarıya çıkarmadan öğleye kadar uyumuşum. Öğleden sonra saat bir civarında annemin seslenmesiyle uyandım. Telefon olduğunu söylüyordu. Arayanların kim olduğunu tahmin ediyordum, yüzümü ekşiterek yataktan doğruldum ve telefonun yanında gittim. Arkadaşlar beni beklediklerini ve neden gelmediğimi soruyorlardı. Rahatsız olduğum yalanı ile o günü atlatmıştım ama pazartesi sabah mutlaka gelmemi dikte etmişlerdi. Hiç olmazsa hafta sonunu sallamak bile beni bir nebze rahatlatmıştı.

Ama kaçınılmaz olan pazartesi günü sabahı yine de gelip çatmıştı. Sabah kahvaltımı etmeden yola çıktım. Arkadaşları beni dört gözle bekler bir halde buldum. Kısa hal hatır sormalardan sonra hemen konuya geçildi. Önüme bir dosya içinde yapılması gerekenlerin olduğu bir liste uzatmışlardı. Bu listede benim görmem gereken tüm eğitimlerin ve kursların tarihleri, nerede olacağı, ilgili kişiler vs. her şey sıralanmıştı. Eğitim hayatı benim için yeniden başlıyordu.

Bu eğitimler, İstanbul üniversitesinde temel tıp eğitimi, Aikido ve temel savunma sanatları kursu, İngilizce eğitim, kaçma kurtulma ve hayatı idame ettirme, bilgisayar hacker kursu, dudak okuma eğitimi, dilsiz alfabesi, mors alfabesi, hızlı okuma teknikleri şeklinde uzayıp gidiyordu. Kursların arasında müzik eğitimi bile vardı. Bunun yanında spor akademisinde de haftada 3 gün atletizm kursu da cabası. Bir sene bu eğitimler sürüp gitti. Her gün evden sabah işe gider gibi erkenden çıkıyor, akşamları da saat ondan önce eve gelemiyordum. Beynim bilgi bombardımanına tutulmuştu. Bir senede öğrendiklerim o yaşıma kadar öğrendiklerimin on katı olmuştu. Eğitimlerde öğrendiklerimin günlük hayatta da çok faydalarını görmedim değil.

Artık tıp dilinde konuşabilmemin verdiği ukalalıkla doktorlarla bilgi yarıştırıyor, bazen de bildiklerimle onları kendimce sınava tabi tutuyor ve onları çileden çıkartıyordum. Herkes benim Tıbba bu ilgimin nereden kaynaklandığını merak ediyordu.

Dudak okuma eğitimi ise gerçekten çok eğlenceliydi. Bu eğitim en çok çapkınlık yaparken faydalı olmuştu. Uzakta oturan kızların birbiriyle konuştuklarını dudak hareketlerinden okumanın verdiği avantajları birçok defa kullanmıştım.

Bu araya bununla ilgili ufak bir anımı da sıkıştırmak isterim. Bir gün Beşiktaş’taki öğrencilerinin müdavimi olduğu Barbaros kafeteryasına arkadaşım Ömer ile beraber tavla oynamağa gitmiştik. Barbaros’un uzun terasında bir masaya oturup, tavlaya başlayıp çaylarımızı da keyifle içmeğe başlamıştık ki, 4-5 masa ileride iki tane hanım dikkatimi çekmişti. Ömer ile bir yandan tavla oynamağa devam ederken diğer yandan kızlardan birisiyle göz teması kurmayı da ihmal etmiyordum. Bu arada bana yüzü dönük olan bakıştığımız kızın da dudaklarını dikkatle izliyor, arkadaşı ile neler konuştuğunu merak ediyordum. Kızcağız benim ona dikkatli bakışlarımı fark ettikten sonra konuşmanın seyri benim ile ilgili olmağa başlamıştı. Kız arkadaşına benim ona baktığımı söylemişti. Sırtı dönük oturan arkadaşı da meraklanıp geriye kaçamak bir bakış fırlattı. Daha sonra bana yüzü dönük olanı benim ile ilgili konuşmaya devam ediyordu. Uzaktaki birisinin konuşmalarını senin ile ilgili söylediklerini bilmek ve karşındakinin benim onları duyamayacağımı düşünerek fütursuzca konuşmalarına devam etmesi gerçekten çok eğlenceliydi. Bakıştığım kız bir ara arkadaşına keşke şu çocuk gelse de bana arkadaşlık teklif etse hemen onunla tanışırdım deyince, ben Ömer’e o zaman durumdan bahsettim. Arka masada oturan iki kız olduğunu, gidip tanışmak isteyeceğimi söyleyince, bizim Ömer şok olmuştu. Sonuçtan zaten emin olmanın verdiği rahatlıkla sandalyemden kalktım, Ömer’in şaşkın ve aniden gelişen bu durumdan afallamış yüzüne gülümseyerek kızların masasına gittim ve tanışma teklif ettim. Beş on saniye sonra kızların masasında oturuyordum. Peşinden de Ömer’i masaya çağırdık. İşin başka bir yanı, tanıştığım kız aynı mahalledeki bizim kasabın kızı çıkmıştı ve babalarımız da arkadaştı. Ömer o güne kadar benimle birlikte İstanbul sokaklarında çok gezmiş, kafelerinde beraber çok oturmuştur ama hiç böyle bir şey yapabileceğimi düşünmemiştir.

Neyse biz devam edelim.

Bu eğitimler kişisel gelişimimi üst seviyelere çıkarmıştı. Artık kendime çok güvenen bir tip olup çıkmıştım. Çevremdeki arkadaşlarım bendeki bu değişiklikleri elbette fark ediyorlar ve bana arada bir sen çok değiştin, askere gidip geldikten sonra bambaşka bir insan oldun, bizim daha önce tanıdığımızla hiçbir alakan yok diyorlardı. Ben ise dudak bükerek gülümsüyor ve bir şekilde bu konuşmaları geçiştiriyordum.

Gerçekten çocukluğumda içine kapanık asosyal bir karakterim vardı. Kimseyle kolay iletişime geçemiyordum. Kendime güvenim ise hemen hemen hiç yok gibiydi. Bu seciye de sanırım evdeki ağır baba otoritesinden kaynaklanıyordu. Askere gidene kadarki hayatımda gece saat on ikiden sonra eve geç saatlerde gelmek bizim ailede büyük bir suç teşkil ederdi. Arkadaşlarım ise oldukça rahatlardı. Geceyi kendi evim dışında bir yerde geçirmek ise tamamen hayal idi benim için, onlara gerçekten gıpta ile bakıyordum.

Bilgisayar ile ilgili kurslarda öğrendiklerimin de tatbikatını boş zamanlarımda deniyordum. O seneler Türkiye’ye internet kullanımı yeni başlamıştı. Gelecek olan yirmi birinci asrın internet ve iletişim çağı olacağı daha o günlerde emarelerini gösteriyordu. Bendeki merak ve bilgi öğrenme hırsı ile internet birebir örtüşen birer kavramlar olmuştu. Kimi zaman bilgisayarın başında sabahlara kadar oradan oraya dolaşıyor, çeşitli kişilerle temasa geçiyor bazılarının bilgisayarlarını hack ediyordum. Bilgisayarların içinde sadece kendilerinin bildikleri dosyalara ulaşıyor, onlara bunları bildiğimi bir şekilde ima ediyor ve onları şoka sokarak eğleniyordum. Bu eğitimler ilk senedeki yoğunluğunu ilerleyen yıllarda azaltmış ve 1997 senesinin haziran ayında artık sona ermişti. Bu seneden sonra arada bir çağrıldığım tekâmül kurslarını saymazsak eğitimi başarı ile tamamlamış olarak bu akademiden mezun oldum. Tüm bu öğrendiklerim beynimin bir şekilde içine kazınmıştı sanki. Öğrendiğim hiçbir bilgiyi unutmuyordum. Bunun da sebebi sanırım bana verdikleri özel hafıza eğitim kursu ve bazı farmakolojik takviyelerdi.

Bir senelik yoğun eğitim boyunca evdekileri iş bulamama bahanesiyle bir şekilde ikna edebilmiştim ama artık psikolojik baskı evde artmağa başlamıştı. Cüzdanımda para eksik olmuyordu, hiçbir maddi sıkıntım da yoktu ama cebimdeki paranın nereden geldiği merak konusu olmağa başlamıştı. Eğitimlerin yoğunluğunun azalmasıyla kendime bir iş bulmak için fırsat oluştu. Bir inşaat firmasında rahat bir pozisyonda işe başladım. Tüm bu süreç içerisinde normal hayatımı yaşamağa devam ediyordum. Her sabah erkenden kalkıyor işe gidiyor, akşam mesai saatine kadar çalışıyor, haftanın 3-4 günü mesai bitiminden sonra ikinci kişiliğime bürünüyor ve eğitimlere devam ediyordum. Bu müddet içinde hem bedenen hem de zihnen aşırı yüklenmiş ve hızlı giden hayatımın yorgunluğunu hisseder olmuştum.

Diğer yandan iş yerinde işler gittikçe yoğunlaşmağa da başlamıştı. Artık bir şekilde istifa etmenin yollarını aramağa başlamıştım. Bu monotonluk bende gittikçe dayanılmaz bir baskı yaratmağa başlamıştı. Tam bu dönemlerde Bakü’de bir operasyona gidileceği haberi bana cam simidi gibi gelmişti. Ne yapıp edip temmuz ayında şirketten izin almam gerekiyordu. 1997 senesinin sıcak günlerinden birinde iznimi alıp Azerbaycan Hava Yolları uçağı ile Bakü’ye uçtuk. Bakü’de üniversiteden iki arkadaşım iş için bulunuyorlardı. Gitmeden önce onları aradım. Bakü’ye geleceğimi öğrendiklerinde çok memnun olmuşlardı. Hatta giderken yanımda yine üniversiteden başka bir arkadaş daha vardı. O da iş için Bakü’ye gidiyordu. Arkadaşım Bakü’ye neden gittiğimi merak etmişti. Ben ise iş yerinde bu seneye kadar izin kullanmadığımı tatil için deniz kenarıma gitmektense değişik bir memleket görmek istediğimi söylemiştim. Pek inandırıcı olduğum söylenemezdi. Bakü tatil geçirilecek bir yer değildi onların gözünde. Ben de Bakü’yü görünce böyle düşünmekte ne kadar haklı olduklarını anlamıştım.

Dikkat çekmemem gerekiyordu. Bu yüzden önce arkadaşlarımı ziyaret ettim. Otelde kalmaktansa arkadaşlarımın evlerinde kalmağı tercih ediyordum. Onlar kendi işlerini takip ederlerken ben ise kendime yeterli olan zamanı bulacaktım.

Benim Bakü’ye gidiş sebebim ise bambaşkaydı. O zaman president olan rahmetli Haydar Aliyev’e bir suikast yapılacağı istihbaratı gelmiş ve bu planın içinde T.C. vatandaşlarının da olduğu belirlenmişti. Bizim gidiş sebebimiz bu suikasti önlemek ve gerekli tedbirleri almaktı. 1997 senesinde Azerbaycan istihbaratı hala KGB nin boyunduruğundan tam olarak kurtulamamıştı. Askeri akademi bile bizimkiler tarafından kurulmuş, öğretmenleri de Türk Silahlı Kuvvetlerinden özel olarak gönderilmişti. Bakü’ye indikten sonra ertesi gün ilk olarak bu askeri akademide görevli bir binbaşı ile görüşmeğe gitmiştim. Binbaşının konudan bir haberi yoktu. Şu aşamada bilmesi de gerekmiyordu zaten. Benim ondan beklediğim sadece lojistik ve istihbarat bilgisi idi. Organizasyonun çökertilmesi için önümde 2 hafta vardı. Suikastin yapılacağı tahmin edilen tarih, Bakü’ye ulaştıktan iki gün sonra bana şifreli olarak bildirildi. Uzun süren monoton günlerden sonra Bakü’de beni bekleyen hareketli saatlerin stresi, kanımdaki adrenalin seviyesini tekrar yukarılara taşımağa başlamıştı. Bana kalan ise, kesin tarih ve yeri bulmak ve önlemekti.

DEVAM EDECEK…

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar