Güldalı COŞKUN

Güldalı COŞKUN

Mail: yazarlar54@teknikelektrik.com

Vesayetin Karargahı

İki haftadır gündemi 18 maddelik yasa tasarısı meşgul ederken, Meclistekitepki biçimlerinden kavganın derinliğinin okuyabiliyoruz. Gittikçe hırçınlaşan, “kanpahasına(!)” buna engel olacağını söyleyen, her türlü manipülasyon ve dezenformasyona imza atan bir muhalefetle anlaşmanın bir yolu, hiçbir konuda adım atmamaktır.

Hele “yeni” sözcüğünü ağzına bile almamalı. Onların hiç eskimeyen bir “yenisi” var ve buna 90 küsur yıldır “çağdaşlık” diyorlar. Tabii onlar öyle diyorlar diye öyle değil. Ah bu  kullanışlı kavramlar!

Demokrasi ve cumhuriyeti karıştıran ve ilk Meclisin Atatürk ile hayata geçtiğini düşünen, 1920'de birden bire toprakta biten bir güruh var. Öncesi yok onlar için; böyle bir konfora sahipler. Onca eğitim, diplomalar,  Batı ülkelerine seyahatler, farklı diller ve bu mantık nasıl bir arada oluyor demeyin! Oluyor, kurulan sistemle bu mantığın dışına çıkmak özel bir çaba gerektiriyor. Ancak bunun öncüleri ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Kalelerinin bekçisi olarak bunu yapmak zorundalar!

Yani herkes görevini yapıyor. Birülke kurulurken, kırmızı çizgilerin olması elbette doğal. Dönemin  mantığıyla inşa edilen, değişen dünya karşısındaki tutumu hep statik kaldı. Böylece statüko, sinsice devlet organizmasının tüm hücrelerine yerleşti.  Vesayetin iki numaralı aktörü asker, azıcık sarsıntıda “hop” dedi!  Sonra yargı, emniyet-istihbarat, meslek odaları, üniversiteler ve sendikalar gönüllü olarak, üçüncülüğü bölüştüler.

Her darbede bırakın karşı durmayı, eğitimli insanlar, darbecilere“sizinleyiz”dediler. Böylesine her alana nüfuz etmiş bir vesayete karşı duranlar, ya asıldı, ya da darbeyle yolu kesildi.  Peki bu vesayet zincirinin birinci aktörü kimdi? Şüphesiz en zekice kendini kamufle eden ve demokrasinin en önemli göstergesi kimliğini taşıyan TBMM'dedir. Bu kimliği taşırken, vesayetin bir numaralı aktörü olması, akla zarar bir düşünce ancak, darbelere direnilmediği gibi, onların sözcülüğünü gönüllü üstlenmenin ve ellerinde olduğu halde yasaları değiştirmemenin, “burası benden sorulur” diyerek, halkın meclisi olmasını engellemenin başka izahı var mı!

Mecliste ikinci oylamalar da bitti ve referandum süreci başlamış oldu. Vesayetin TBMM temsilcisinin ilk cümleleri ne oldu; okuyalım: "Bu rejim değişikliğine biz karşıyız. Türkiye bu rejim değişikliğini kaldıramaz. (…)Bütün insani koşulların dışında çok ağır yükün altına girdiğinizi biliyorum. Hep birlikte 1, 2, 10, 14 saat demedik, gönül birliği içinde mücadelemizi sürdürdük. Bu mücadele bizim demokrasi tarihimize geçecektir. Bu mücadele, CHP'nin kutsal mücadelesidir. Bu mücadele bir siyasal partinin mücadelesinin ötesinde vatan, bayrak mücadelesidir.”

Bunun bir rejim değişikliği olduğunu söylüyorsa ana muhalefet, bu doğrudur. Ancak, 90 küsur yıldır rolleri gereği savundukları  demokrasi rejimi olmadığını çok iyi biliyorlar. Açıkça “ statükomuzu, tek adamlı rejimimizi” yıktırmayız diyecek halleri yok ya! Osmanlı yıkıldığından beri, bize yutturdukları “doğan görünümlü, şahin model bir demokrasiyle” yönetiliyoruz. Aslında adını siyasi literatürde bulamadığım enteresan bir yönetim şekliyle idare edildik.  Yukarıda da söylediğim gibi, buna bir şekilde karşı çıkanların “haddi bildirildi”hem de meclis çatısı altında.

Bu süreci doğru okuyan bir ekip, geldiği hareketin geçmiş hatalarını örnek alarak, daha akıllıca bir yol izleyip, tek tek vesayet odaklarına savaş açtı. Önce vesayetin silahlı kanadını bertaraf etti. Ancak hafife alınacak bir savaş değildi. Alternatifleri, yargı, emniyet ve daha birçok kurumda görevi devralmıştı.

Bu kimi zaman, bir cemaat olarak karşımıza çıkabilirdi ve öyle de oldu. Düşmanın akıllısı, en beklenmedik yerden vurandı. Öyle sinsi ki bu vesayet hastalığı, neye dokunsanız karşınızda, neyi kaldırsanız altında ve hangi yola çıksanız barikat kurmuş.

“Vesayet rejimini yıkamazsın” diyor! İlk kez vesayetin birinci aktörünün etkinliği Meclis çatısından atılma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunca hırçınlık bu yüzden. Bu, savaşın en zor olanı.  Çünkü, bunu yıkmak demek, kültürel elitizmin, genetik vesayetin sona ermesi demektir. Geri kalanları elimine etmek çok daha kolay olacaktır.

Görüntüde demokrat olanların, sadece algıyla bir asra yakın hipnoz etkisi yaratıp, ülkede demokrasi varmış gibi insanları yönlendirenlerin kurdukları sahte dünya yıkılıyor.

Bunu yıkmak için çaba gösterenlerin, öcüleştirilmesi, kendi yönetim biçimlerini yansıtma yaparak, “tek adam/dikta rejimi” gibi söylemlerle yaftalayarak savaş vermesi, eğitimle iğdiş ettikleri beyinde kabul görebilir. Hatta, bu rejimden zarar görmüş birçok kişide kaygı yaratması da normaldir. Vesayet odaklarına savaş açmış “bir adam ve onun arkadaşlarının” yeni vesayet oluşturma endişesi de normaldir.

Savaşılanın yerine yenisini koymak bir süreçtir. İnternet gibi bir anda kitleleri meydana döken imkânların olmadığı bir dönemde değiliz...

Son 15 yıldakideğişim-dönüşüme bakıp, daha cesur olabiliriz. Kaygı da endişe de dozunda iyidir, patolojik olmadığı sürece!

 

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar