Sayın Ahmet Altan’a Mektup

Evvela selam eder, diye başlardı eski mektuplar… Hızla okunup geçilirdi o satırlar. Yazan da bilirdi, okuyanın böyle yaptığını. Ama yine de vazgeçilmezdi bu tarzdan, kızsa da edebiyat öğretmenleri.

Benim de içimden size öyle yazmak geldi...

Evvela selam eder, hasretle elinizi sıkarım... Beni soracak olursanız, ne olsun, depresiften hallice!

Sizi yıllardır tanıyorum… Dik başlı duruşunuzu, kimseyi takmayan halinizi hele herkesin içinden geçirip de yazmaya cüret edemediği şeyleri yazmanızı seviyorum…

" Kiraz Bahçeleri, Kadın Memeleri ve Generaller" başlıklı bu yazınız, o yıllar için oldukça iddialıydı...

Aktüelin her sayısını alırdım, Yeni Yüzyıl gazetesi, Türkiye’ye bol gelmiş bir elbiseydi ama her yazınızı kesip saklamıştım…

Sonra bilgisayar benim de mertliğimi bozdu bir deli anımda attım bütün o yazıları… Nasıl olsa istediğimde bulurdum tümünü artık diye düşünmüştüm… Sararmış gazete küpürlerinden okumanın keyfini özleyeceğimi bilemezdim…

Dilinizdeki sadelik ve her düzeydeki insanın anlamakta zorlanmayacağı konuşur gibi bir üslup, sanki yazan değil de, yazarken aynı zamanda kendi kendine düşünen birinin tüm içtenliği satırlara yansıyor...

Zıtlıklara vurgu yapmak, çelişkileri ortaya koymak ve bitmek tükenmek bilmez bir romantizmle doğrunun peşinden koşmak koşmak koşmak...

Bir çocuk masumiyetiyle insan bunları niye istemez ki diye sormak ve herkesi bir ölçüde anlamaya çalışmak.

Kadınları çok iyi tanıyan ve iliklerine kadar aşkı yaşamış bir adamın politik yazılarının romanları kadar güzel olması, olasıdır ne de olsa...

Zira güzel yazmaya en büyük katkıyı sağlayan algılama ve bakış açısındaki derinlikse; bu sizde fazlasıyla var...

Çünkü siz kendinizce, kadını keşfettiniz, az şey mi…

Fakat yine de kadınları bu kadar iyi analiz etmenize rağmen özellikle söz konusu cinsellik olunca erkek bakış açınızı hissetmemek mümkün değildi.

Alabildiğine özgürdü romanlarınızın kadın kahramanları...


Olabildiğince çılgın, olabildiğince deli…

Sizce, ya olması gerekendi, ya olandı ya da, kendi kurduğunuz “Yazın Cumhuriyetinin” özgün vatandaşlarıydı…

Kimileri, bu kadınları aşağıladığınızı düşündü, kimileri değer verdiğinizi, kimileri de saçmaladığınızı!

Ben mi! Benzer ruhlu kadınların yaşadığı “Yazın Cumhuriyetinizin” tek adamıydınız benim için. Bundan öyle keyif alıyordunuz ki, aksini iddia edenlere; ben onların, kendilerinin bile fark etmediği, gizli yönlerini görmelerini sağladım, utanmamayı ve çılgınlığın onların da hakları olduğunu hatırlattım, diyordunuz.


Ama öyle ya da böyle, okunuyordunuz, okunuyorsunuz…
Okuyorum…


Taraf gazetesi ve siz…


Başından beri verdiğiniz mücadele ve ekonomik sıkıntıları aşmak için, çaba gösterdiğiniz o günlerde, “Bu gazete benim değil, bu gazete kimsenin değil, kim alıyorsa onun, beğenmiyor musunuz, sevmiyor musunuz, hoşunuza gitmiyor mu, bırakırsınız batar. Gider tehdit edecek başka birini bulursunuz.” diye yazmıştınız. Yorgun ve bezgindiniz.

Sonra; bir “balyoz”u  taşımak…
Bunca yükün ağırlığında, yönetenlerden çok daha fazlasını beklemek ve haklı olarak beklemekten yorulmak...

Son zamanlarda bana agresif gelen yazılarınız, yine nasıl bunaldığınızın bir alameti sanki.

Diyorum ki, bıraksanız şu salt politik yazıları, keyifli yazılarınızdan yazarken, yapsanız yine her zamanki gibi yerinde göndermeleri. Çünkü, hep aynı terane sizi de sıkmışa benziyor…

Bir süredir yazılarınız, uzun yıllar evli olan kadınların, hiç durmadan kocasını ya da kayınvalidesini eleştiren konuşmalarına benzemeye başladı…

Böyle oldu, şöyle oldu, şunu dedi bunu yaptı… Offf! Bitmek bilmiyor. Haaa! Bunu yapan, şunu yapan bu eleştirileri hak ediyor etmesine de, sizinkiler, artık biraz sıkılmış, ev kadınının, kocasının ilgisini çekmek için, hiç durmadan söylenmesine benzemeye başladı.


Bilirsiniz hani, vardır romanlarda da bu tipler…


Halk arasında çenesine vurmuş derler…


Zemberekten boşalmışçasına, hiç durmadan sesli sessiz tüm harfler sıralı…

İki tatlı söz söylese adam, kadın susacak!


İşte böyle okuyorum artık sizi, okurken ve çok iyi tanıdığımdan olsa; eleştirdiğiniz kişiye duyduğunuz gizli hayranlık kaçmıyor gözümden!


Muhatabınız da bundan pek emin, artık bir size sessiz ve okurken gülümsüyordur şüphesiz!


Tek adam olmakla, burnunun dikine gitmekle suçluyorsunuz… Eee evet! Ben de hoşnut değilim, o üsluptan ve tarzdan, hiç de yakın bulmuyorum üstelik ama klasik, sevildiğinden emin olma halinin bir yansıması, hepsi bu!


Hem acaba hep “bir” adamı eleştirmek, birazda “tek adam”olma olasılığını güçlendirmek gibi gelmiyor mu size? Oysa artık bunu, konuşmak bile geçmemeli aklımızdan.

Tamam! Bu toprakların insanı sever önder olmayı, hele ki tek!


Öyle de Tanrı aşkına (!) hangi tek adam, bir ülkede bu kadar özelleştirmeye gider, ekonomiyi dışa bağlar, gidilmeyen adı bile unutulmuş yerlere ziyaretler gerçekleştirir ve yabancı sermaye için, bütçe dengelerine önem verir.


Tamam! Pat diye konuşmaları, sizce, bilincinin dışa vurumu; yani öyle diyorsunuz.


Tamam! Kürt Sorununda tarih yazmasını istedik ve hala da istiyoruz; tamam da eleştirmekten başka kim, hangi ciddi öneriyi attı ortaya? Kim, doğru şeyler yapmaya çalıştığı zaman, milliyetçi kesimin saldırılarına dur dedi.

Güya Kürt raporu yazdıran parti, Oslo sürecini deşifre ettim diye zevkten dört köşe değil mi?


Darbeler yaptıran medya, neden mesele Kürt Sorunu olunca, eleştirmekten öteye geçemeyip ve aslında aynı zamanda Kürtlerin gazını almaktan başka bir şey yapmadı…


Yoksa çözüm olursa, çok kişi işsiz mi kalacak!


Aman ha! Sanmayın ki aklama- paklama pozisyonu, ben de az eleştirmiyorum ama yapıcı eleştirinin daha faydalı olacağını düşünüyorum.


Bu aralar, tek adam ve diktatör vurguları pek yapılır oldu. Hatta M. Belge’nin, darbe olur, demesi, aslında darbeye bakışta hala genetik, fonetik, diyalektik olarak daha ne derseniz deyin; medet umma, patolojisinden kurtulamamışız gibi geldi.


Bu da üzdü doğrusu beni… Bir adet bilinçaltı da buradan buyurunuz!


Muhatabınız zeki adam biliyorsunuz değil mi! Halkın hangi üsluptan hoşlandığını vallahi de billahi de iyi biliyor. Sonuçlara bakınca, öyle gibi görünüyor.


Bir dönem “şeriat” korkusu! Şimdi de “tek adam” Yurdum aydını, yine oyları arttıracak..!


Yine de ben bilmem, siz daha iyi bilirsiniz...


Neyse efendim, mektubuma son verirken, tekrar selam eder; “cumhuriyetinizin”  başında nice başarılı yıllar geçirmenizi ve birçok yeni roman yaratmanızı dilerim…


(“Yazarlar, tanrıdır aslında” demeniz geldi şimdi aklıma!)
Kızmayın e mi! Sizi sevdiğimi tüm dostlarım biliyor…

 

Saygı ve sevgilerimle…