Güldalı COŞKUN

Güldalı COŞKUN

Mail: yazarlar54@teknikelektrik.com

Ön Yargılarımız Ve Şiddet

Meseleleri, uç noktalarda yaşıyoruz. Ya hep ya hiç diyoruz. Bu doğal olarak siyaset ve ideolojik tutumlarda da çatışmacı ortamı besliyor. Elbette bu çatışmacı ortamın geçmişten gelen bir dayanağı var. Yaşananlar, yaşatılanlar ve travmalar... Bu tercihimiz, bizleri kesin hükümlü, bildiğinden şaşmaz, fazla korumacı ya da saldırgan yapıyor ve çoğu kez akıldan ziyade duygusal tepkilerimiz belirleyici oluyor. Ön yargılardan kurtulamazken, genellemenin konforundan çıkamayıp bir tarafta konumlanıyoruz. Hep haklı nedenlerimiz var! Aslında yok değil; var da… Bu döngünün bir yerde bitmesi için geçmişten kalan yüklerimizin öfke gibi bazı duygularımızı diri tutarken aynı zamanda bizlere yanlış yaptırdığını da anlamamız gerekiyor. Bu ahvalimiz, siyasetten tutun, sosyal ve bireysel ilişkilerimize kadar yansıyor. Tabii ki klasik cevabı tüm bunları eğitimle aşarız olacaktır da… 

İşte eğitmenler, aydınlar, sanatçı ve medya aktörleri de bu halden azade olmayınca… Ne yazık ki olanlar da istisna ise… Hatta istisnaların hükmünün olmadığı, taraflarca “sevilmediği”, ötelendiği düşünülürse. Kim yapacak bu eğitimi? Kim kendi heybesindeki ön yargılarını, enjekte etmemeyi başaracak masum beyinlere. Biz ebeveynler bile çocuklarımızı korumak için ne hatalar yapıyoruz maalesef. Eğitimin içeriğine geldiğimizde, kimi ideolojik biçimlenmeyi, kimi inanç modelini dayatacak. Kim neyi tercih ederse, eşit koşullarda imkân verilmeli. Aslında sorun, farklılıklardan değil, her birinin kendi tercihini diğerlerine dayatmasında. İşte toplumsal ön yargıların katılaşmasında bu dayatmaların rolü ilk sıradadır. Yani, herkes peşinen gardını almakta! Genellemelere karşı olmakla birlikte, çaresiz içinde bulunduğumuz hali böyle bir genellemeyle anlatmak da ayrı bir çelişki; farkındayım. Ancak sorunların çözümlerine, sonuçlarından geriye doğru gidilerek ulaşılabilir. Yoksa onlara adlar takıp üstünde tepinirken döngülere teslim oluruz; çözüme değil. 

“Kadın Cinayetleri”, “Trafik Canavarı” veya “Doktor Cinayetleri” dediğimizde, sorunu medyatik bir çerçeveye oturturken asıl kaynağına inemiyoruz. Yasalar, koruma tedbirleri, uyarılar, kamu spotları, mutlaka işe yarayacaktır ancak köklü çözüm olabilir mi? Bu arada dünyanın hiçbir yerinde bu vakaların olmayacağının garantisi, müebbet hapis ve ölüm cezası gibi en ağır cezalara rağmen yoktur. Maalesef, cinayet çoğu kez bireyin kişilik özellikleri, ruh sağlığı veya yapısal özellikleri ile ilgili. Yani kişi suça meyyalse onu durduracak bir şey yok. Hani kadim bir dileğimiz vardır; “Allah, iyilerle karşılaştırsın.” deriz; çaresiz.

Aklıma gelen ilk örnek; ailesi de kendisi de eğitimli olan bir caninin samuray kılıcıyla, işinden evine dönen genç bir mimar kızımızın kafasını kesmesi. Bunu nereye koyacağız? Tekrar başa dönecek olursak; adli vakalar bir yana, son zamanlarda sağlık çalışanlarına karşı saldırgan, buyurgan söz ve eylemlerin çoğunun arkasında birikmiş öfke ve geçmişten gelen yargılar var. Benim kuşağım bilir ki bir dönem kimi doktorların elitizm hastalığı, kibri, hastayla ilişkisi, sağlık sisteminin bozukluğu ve genel kanının doktorun ilgisizliği olarak hafızalarda yer alması ve bu referansla şimdilerde en ufak aksilikte güya “hastanın hak araması” olarak karşımıza çıkıyor. Artan nüfus ve eğitimin yaygınlaşmasıyla, doktor profilinin değiştiği, halkın her kesiminden çocuklarının doktor olabildiği ve geçmişteki ön yargıların, davranışları etkilememesi gerektiğini bilmeliyiz. Ayrıca, her grupta, hatta aile içinde bile farklı davranışlar görürüz. Tüm doktorlar, tüm avukatlar veya tüm hastalar,…. diye kategorize etmek doğru bir yaklaşım değil. Temelde bize yapılmasını istemediğimiz davranışları, biz de başkasına yapmasak, ön yargıları da defetsek başaracağız saygınca ve birlikte yaşamayı.
 

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar