Yazı Arşivi

Yazı Arşivi

Mail: arsiv@teknikelektrik.com

Nefs

Haddimi aşacak, belki yazdığımın bütünü bile çok sığ kalacak bu sefer. Madem ne dediğini ve düşündüğünü anlatamayacaktın başka bir şey yazamadın mı diyeceksiniz. Biliyorum ki bu konu hakkında yazıyor olmak haddime değil. Ve yine biliyorum ki, bilgim okyanustaki bir zerre kadar az ve yetersiz ama ben yine de affınıza sığınarak yazmak istiyorum.

Kardeşinizin dertleşmesi, yakın arkadaşınızın fikirlerini saflıkla size söylemesi ya da evladınızın çocuksu masum seslenişi olarak düşünüp o hoşgörü ile değerlendirirsiniz inşallah yazacağım cümleleri.

Konum “nefs” üzerine. (Nefis ile enfes’in karıştırıldığını düşünerek özellikle “nefs” yazıyorum.)

Önce konuya neden takıldığımı ve size neyin yazmama sebep olduğunu anlatayım… Geçen gün sabah namazından sonra okunan bir duanın açıklamasını okudum. Açıklama şöyleydi; “Beni nefsimle baş başa bırakırsan, (bu takdirde) beni zaafa, muhtaçlığa, günaha ve hataya itmiş olursun. Ben ancak Senin rahmetine güveniyorum; günahlarımın hepsini bağışla, zira günahları ancak Sen bağışlarsın. Tövbemi kabul et, zira Sen tövbeleri kabul eden ve çok merhametli olansın.”  

Öte yandan da, Hz. Muhammed’in veda hutbesinde "nefsinizin de sizin üzerinizde hakkı vardır, nefsinize zulmetmeyiniz." bölümü aklıma geldi.

Nefs insanlığın aciziyeti. Yenilmesi çok kolay ve bir o kadar günaha sevk edebilen bir hal. Gönül gibi, akıl gibi nefs de görülen bir şey değil, sadece hissedilen.

Aslında nefs’in birçok anlamı var. Ruh, can, kan, benlik, iç, kalb, büyüklük, yücelik, irade hatta aynı zamanda insan demek. Fakat daha çok iki anlamı kullanılıyor: Birincisi, bir şeyin özü, kendisi, kişi. Örneğin, Kur'an-ı Kerimde, (Her nefs, ölümü tadıcıdır) diyor. İkincisi, dine uymayan isteklerin kaynağı olarak kullanılıyor. Buna nefs-i emmare de deniyor. Bu nefs, Allahü Teâlânın düşmanıdır. Örneğin bir hadiste (Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır) denmiştir.

Benim aklımı karıştıran kısım bu ikinci anlamı. Çok uç noktaları var nefs’in. Örneğin zina ile sonuçlanacak bir nefs ile çok ufak olaylardaki nefs’e hâkim olamamanın aynı kefede tutulamayacağını düşünüyorum / biliyorum. Ya da yanlış olduğunu, yasak olduğunu bile bile sadece iyi niyetle ve gerçekten saf duygularla yapılan hatalarında nefs’i emmare olarak nitelendirilmesinin ne derece doğru olacağını kestiremiyorum. Yazımın başında da dedim ya, konu haddimi aşan bir konu, bunu biliyorum. Bilemediğim, nefs’i nereye kadar dizginleyeceğimiz. Hangi noktada iyi niyete sığınıp hangi sınırda duracağımız.Bunları düşünürken yazımı değerli dostum Atilla Yeğin’den okumasını rica ettim. 30 küsur yıllık geçmişimizden ve birlikte yetişmişliğin verdiği tecrübeden olsa gerek, benim ne demek isteyip de yazamadığımı hemen anladı.
 
Sana bir yazı yollayacağım onu oku ve tekrar yazdığın yazıyı gözden geçir diye aradı. Okudum… Okudum ama Ahmet Hulûsi’nin bu yazısı üzerine ben kimdim ki bir şeyler ekleyip size aktaracaktım? O halde dedim, okuyucumdan af dileyip yazının tümünü onlara aktarayım… Affola.

‘’Ağaçtan topladığımız cevizde bilirsiniz üst bölümü kaplayan yeşil bir kabuk vardır. O yeşil kabuk, çok acı! Kına gibi, kinin gibi, sulfata gibi bir tadı vardır! Hatta onun rengi, boyası elden bir müddet çıkmaz! Kara bir leke olarak elde kalır. Ağzına sürersen, zehir gibi bir tadı vardır. Nefs-i Emmâresine tâbi olan insan da, aynen o cevizin yeşil kabuğu gibidir. O durumda olan insan çalar, çırpar, adam öldürür, menfaati için yaşar, zevk için kumar oynar, zevki için her şeyini yitirir. Onun için esas olan, sadece tatminidir.

O cevizden yeşil kabuğu alıp çıkartabilirsen, onun altından tahta bir kabuk çıkar. İşte bu tahta kabuk da, insanda Nefs-i Levvâme diye anlatılan ikinci mertebedir. Yani, cevizde ikinci tabaka olan tahta kabuk, insanda ikinci mertebe Nefs-i Levvâmedir. Nefs-i Levvâme’deki insan kendini bu beden zanneder ve kabul eder. Bu bedenle devam edeceğini, o bedenle cennete gideceğini umar. Bu tahta kabuğun, içindekinden nasıl haberi yoksa; levvame düzeyindeki insanın da kendi hakikatinden haberi yoktur! Bir yerde nefsine uyar, gider yanlışlar yapar. Bir yandan da; “Yahu ben bu yeşil kabuk değilim” diyen ceviz gibi, “Ben bu beden değilim, benim üstelik aklım da var; neden bu yanlışları yapıyorum, hayatımı harcıyorum, bu bedene dönük yaşam içindeyim?” diye hayıflanır ve ömrü pişmanlıklar içinde geçer, gider...

Eğer dıştaki yeşil kabuktan sonra anlatılan bu tahta kabuğu da kırarsan, işte o zaman tahta kabuğun içindeki cevizi görürsün. Anlarsın ki, bu tahta kabuk atılması gereken bir kabukmuş. Ceviz bu değilmiş! Cevizle tahta kabuğun hiçbir alâkası yokmuş! Nasıl ki cevizin en üstteki yeşil kabukla alâkası yoksa tahta kabukla da alâkası yok! Sen bu tahta kabuktan, cevizi göremezsin. Ama o cevizi kırar tahta kabuğu çıkartırsan, içinde başka biçimde bir ceviz görürsün. Dikkat edersek, ceviz içi üstündeki tahta kabuğa hiç benzemez! Yeşil kabuğa da benzemez! Bu tahta kabuk, insanın kafatası gibidir. İçindeki ceviz de aynen beyin gibidir. Nasıl kafatası kemiği ile beyin birbirinden tamamen ayrı ise, işte cevizin tahta kabuğu ile cevizin kendisi birbirinden öylece ayrıdır. Ama, cevizi kıramamış olanlar, içindeki cevizi bilmez! Ondan habersizdirler. Tahta kabuğu ceviz zannederler. Bu tahta kabuk, atılması gereken bölümdür. Veya, ateşte yakarsın! Yanınca da çok güzel ısı verir. İşte bu tahta kabuk, ateş için yaratılmıştır.

Bir de; “Ehli olmayanlar bu cevize el sürmesinler” diye yaratılmıştır. Bu tahta kabuğu kıran kişi de denize kavuşmuştur... İşte bunun gibi levvâme bilinç düzeyindeki adam da; “Yahu!. Ben bu tahta kabuk değilim. Benim Özümde Allah var... Benim özümde Allah var olduğu halde ben niye kendimi O’ndan ayrı bir varlık gibi görüp kendimi bu beden kabul ediyorum!” deyip, kendi hakikatinin Allah olduğunun idraki içinde yaşamına yeni baştan yön vermeye çalışır.

Bu çalışmaları yapar ama bu cevizin içinde girintili çıkıntılı bölümün dışında, az kalın kahverengi bir kabuk daha vardır. Cevizin kendisi çıktı ortaya ama kahverengi kabuk daha çıkmadı. Bu da, insandaki Nefs-i Mülhime’nin kabuğuna tekabül eder. Cevizin bu kahverengi kabuğu Nefs-i Mülhimedir. Çünkü, burada ilham alan, “Allah’ta, kendini Allah’tan ayrı gören” ama öbür yandan da "kendi varlığının hakikatinin Allah olduğunu bilen" bir kabuk vardır. Bir ben var, bir O var. “Bendeki O!” der.

İşte bu, cevizdeki kahverengi kabuğa tekabül eder. Eğer “Bendeki O” görüşünden kurtulup, “ben yokum! Sadece O vardır!” diyebilse! Yani, cevizin kahverengi kabuğunu da kaldırabilse... Onu da kaplayan ince sarımsı renkte bir kabuk daha çıkar ortaya. İşte o, Nefs-i Mutmainne`dir...
İşte o zaman kişi kendi öz hakikatını görmüş olur. İmana varır. Kahverengi kabuk, sarımsı ince kabuk ve cevizin şekli, kıvrımları aynen mevcuttur. Bütün bunlar, esas cevize göre şekil almıştır. Ceviz çıkınca ortaya, işte o Nefs-i Râdiyedir... (Râziye de denir) Bu beyaz etli yeri sıkar, ezer, ufalar, döverseniz, bir yağ çıkar ortaya... Cevizin en kıymetli yeri o yağıdır. Cevizi alır bakarsan bu yağı göremezsin. Ezer, ufalar, sıkarsan görünür hale gelir. İşte bu, Nefs-i Mardiye`dir... Bu yağın da ihtiva ettiği kuvvet ve kudret de Nefs-i Sâfiye`dir. Senin hakikatin Allah’ın kuvvet ve kudreti...

İşte gördünüz. Ceviz, insanın apaçık, bitkisel yaşamdaki örneğidir. Yedi kat ceviz aynen insandaki bilincin yedi kat mertebesi gibidir. Kişi, insanları tanımak istiyorsa alsın bu cevize baksın! O zaman kendisini nerede görüyorsa ona göre tedbir alsın! Kendisini yeşil kabukta mı, tahta kabukta mı, kahverengi kabukta mı görüyor? Küre gibi olan cevizi, yarım küre şeklinde ek yerinden keserseniz, kalp gibi bir şekil çıkar ortaya. Tahta kabuğu kırıp atarsanız, beyin gibi bir şekil çıkar ortaya.

Bazıları tahta kabuk içindeki kalpten, beyinden, cevizden bihaber yaşıyorlar. Allah bize, içimizdeki hakikati idrak etmeyi ve onu hazmetmeyi ve onun gereğini yaşamayı ve güzelliği de çevremizdekilerle paylaşmayı nasip etsin, kolaylaştırsın! Eğer bu gerçekleşmez ise, bu tahta kabuklu halle gideriz. Bu tahta kabuğun içinde bir zaman sonra ceviz kurur, kurtlanır, ezilir, büzülür, kaybolur, heba olur gider...

Ya ceviz taze iken kırılıp, bu kabuk ve kabuklardan kurtulunur. Veya bu kabuk kırılmaz, içindeki kısım kurtlanır, çürür, kurur, heba olup, toprağın altına atılır.’’

İnsan, cevize çok benzer. Onun için Allah bizleri kurtlanmaktan, çürümekten korusun. Cevizin içindeki yağ gibi, yağın kuvvet ve kudretine eriştirsin! Aksi halde halimiz haraptır. Hüsrandadır...

Çekilirken huzurunuzdan yine Aşk’ınız daim olsun, kötülükler ve telaşlar sizden uzak olsun da işleriniz rast gelsin diyorum...

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar