Güldalı COŞKUN

Güldalı COŞKUN

Mail: yazarlar54@teknikelektrik.com

Merkez-Çevre Kutuplaşması

Bazı cümleler vardır, çok şey anlatır.  Bir paylaşımın altına yazılan; “1900’den beri kurtulamadılar Erdoğan’dan” cümlesi gibi. Bunu yazan arkadaşımın pratik zekasını alkışlıyorum.

Aslında, mesele tam da budur. Yani aslında konu Erdoğan’ın şahsı değil; tıpkı daha farklı kişiliklerde olmasına rağmen, Adnan Menderes’in şahsı olmadığı gibi.


Hatta Özal da değildi mesele. Ve elbette başa dönecek olursak Abdülhamit hiç değildi.


Ne olabilir gerçek mesele diye sormalarını beklediğim, aslında bunu yapmalarını ne çok istediğim o aydın dediğimiz isimler, bırakın sormayı bu değerli kişileri hedef yapanların çizgisinde saf tuttular.


Her dönemin en iyi eğitim almış dediğimiz entelektüelleri, nedense istisnalar dışında hep yanlış yerde durdular. Hepsinin ortak kör noktası, halk ve halkın değerleri oldu.


Gelişememenin, geri kalmışlığın müsebbibi onlara göre bu halk ve değerleriydi. Kendilerini buna o kadar inandırdılar ki, başka suçlu aramaya gerek görmediler. Oysa, aldıkları eğitimdi onları böyle düşünmeye sevk eden. Nedense bu pek eğitimli kişilerin aklına, batılı meslektaşları gibi, kendi toplumları hakkında araştırma yapmak, onları anlamak, tanımak pek gelmedi.


Kültürel ırkçılığın esiri oldular ve bunu fark edip de dışına çıkmaya çalışan az sayıda değeri de yok saydılar.


Rahmetli Şerif Mardin de genç bir araştırma görevlisi iken Demokrat Parti’ye karşı çizgide duruyor, Kemalist olan hocalarıyla paralel eleştirel yazılar yazıyordu.


1960 darbesinden kısa süre önce ABD’ye doktora yapmak için giden Mardin, tezini verdikten sonra yeniden ülkeye ve üniversiteye döndüğünde farklı biri olmuştu. Muhtemelen bunda Yeni Osmanlılar adlı tezi için yaptığı çalışmaların yanı sıra, bizdeki ideolojik eğitim sisteminin etkisinde kalmamasının payı büyüktür.


Cumhuriyeti kuran seçkinci sınıf, halkı anlamak yerine onlara tepeden bakıyor ve yukarıdan dayatmacı bir şekilde onları değiştirmeye çalışıyordu.


Şerif Mardin bu noktada onlardan ve birçok akademisyenden ayrışarak, artık halkı değiştirmek yerine anlamayı tercih etti. Çalışmalarını bu yönde yapıyordu. İlerleyen yıllarda, Türkiye siyasetinde “Merkez-Çevre” kutuplaşmasının çok belirleyici olduğunu ve bunun tarihsel sürecini anlatan önemli bir makale yazdı.


Gerçekten de kendini merkeze konumlandırmış Cumhuriyet eliti, çevreyi cahil ve eğitilmesi gereken “ötekiler” olarak görüyor, onları anlamak şöyle dursun, katı ve keskin çizgilerle ayrıştırıyordu. Mardin, makalesinde bunu şöyle ifade ediyordu:

“Cumhuriyetin resmu00ee tutumu, Anadolu’nun dama tahtasına benzeyen yapısını, hiç sözünü etmeden reddetmekti. Cumhuriyet ideolojisinin benimsettirildiği kuşaklar da böylece, yerel, dinsel ve etnik grupları, Türkiye’nin karanlık çağlarından kalma gereksiz kalıntılar olarak görüp reddettiler. Karşılaştıklarında, birer kalıntı olarak davrandılar onlara. Böylece merkez, Büyük Eşitleştirici rolünde çevrenin yeniden karşısına çıktı, bu da merkezin kasvetli ve sert görünümünü bir kez daha sergiledi. Kemalist ideolojinin yalınkatlığı, bu gerçeklerin aydınlığında ele alınmalıdır. Atatürk, siyasal harekete geçirme ya da toplumsal yapıya ilişkin köklü değişikliklere girişme aracılığıyla başaramadığı şeyi, ideoloji ile yapmaya çalışıyordu.”


Başa dönecek olursak, merkez-çevre kutuplaşmasında, son derece katı ve uzlaşmadan yana olmayan merkeze karşı, çevrenin tarihsel süreçteki son temsilcisi Erdoğan’dır.


Merkez-çevre kutuplaşması, oldukça derin, karmaşık ve aralarında çeşitli geçişkenlikleri barındıran bir konu olduğu halde bazı sosyologlarımızın analizleri “Tek Adam” retoriğini aşamıyor.


Siyasetten burnunu çıkarıp, bilimsel olmayı başaramadılar gitti.


Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar