Güldalı COŞKUN

Güldalı COŞKUN

Mail: yazarlar54@teknikelektrik.com

KADIN HAREKETİ

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ülkemizde kutlanırken asıl konuşulması gereken sorunları değil, bazı kadınların gösterilerde sergiledikleri tutumları konuşmak zorunda kalıyoruz.

 

Feminist hareket, özellikle radikal feminist kadınlarca amacından öyle bir saptırılmış ki, erkek düşmanlığına evrilmiş ve onların yüzünden antipati ile karşılanır olmuştur. Maalesef özgürlükleri de salt cinsellik üzerinden okuyan bu radikal grupların, kadınlara faydasından çok zararı dokunmaktadır.

Oysa Batı’da on yedinci yüzyıldan itibaren kadının kamusal alanda artık yer almak istemesiyle başlayan bu hareket, tüm dünyayı etkisi altına alan ve önemli destek bulan bir hareketti. 

 

“Kadının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşam alanlarında yer almasını sağlamak üzere gelişen kadın hareketi, kadın hareketi tarihinde “birinci dalgayı” oluşturur. Birinci dalga kadın hareketinin faaliyetleri kısaca üç noktada özetlenebilir: Birinci olarak kamusal yaşam alanının kadınları da içine alacak ve barındıracak şekilde yeniden şekillenmesini; ikinci olarak kadınların da siyasal egemenlik hakkına ortak olmasını; üçüncü olarak da kadının erkekle eşit yasal haklara kavuşmasını sağlamak. Kısaca, birinci dalga kadın hareketi ekonomik hayatta var olmayı, siyasal hayatta söz sahibi olmayı, hukuksal platformda erkeğin düzeyine çıkmayı amaçlamıştır.” (Kaynak: Ömer Çaha, “Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihi: Değişen Bir Şey Var mı?)

 

Her hareketin en zoru birinci safhasıdır. Önemli eşikler vardır. Bazı şeylerin başlangıçta konuşulması bile kolay değildir.

Günümüzde birinci dalga, büyük oranda amacına ulaşmış, kadının kamusal alanda olup-olamayacağı gibi bir tartışma bile kalmamıştır. Birkaç istisna dışında en muhafazakâr toplumlarda bile kadın artık kamusal alanın diğer aktörüdür.

Burada artık başka bir tartışma konusu başlamıştır. Kamusal alandaki hakim dilin erilliği. Bu da aşılması çok kolay bir şey değil. Gelişmiş ülkelerde bile, bunun yüzde yüz aşılabildiği söylenemez.

 

En trajik yanı da kamusal alanda aktör olan kadınların da bu dili benimsemesi, erkekle eşit olacağım derken ona benzemesi diyebiliriz.  Oysa erkek gibi olmak, eşitlik olmadığı gibi tam tersine kadın kimliğinden duyulan bir ezikliğin ifadesi değil mi?

Bir kadın olarak, iki cinsin şüphesiz insan olarak eşit haklara sahip olduğunu belirttikten sonra, fiziksel ve ruhsal özelliklerimiz yüzünden birbirimizden farklı üstünlüklerimiz olduğunu kabul ediyorum. Bunu ne zaaf ne de üstünlük olarak görüyorum.

Feminizmin birinci dalga hareketi ne derece doğru ve gerekli ise yirminci yüzyılın son yarısından beri bunun erkek düşmanlığına evrilmesi de o denli yanlış olmuştur. Elbette tümü için bunu söylemek yanlış olur. Ancak, genellikle radikallerin uç davranışları görünür olduğundan, bu algıyı beslemişlerdir/doğurmuşlardır.

 

Zira feminizm erkek karşıtlığı değil, kadınların hukuki, siyasi ve toplumsal alanlarda, cinsel kimliğinden ötürü sahip olamadıkları hakların talebiydi. Aradaki ciddi farkların giderilmesi için, pozitif ayrımcılık talebi de oldukça yerindeydi. Zira iki cins için kamusal alanda en azından bir üç yüz yıllık fark vardı.

Taksim’deki kadın cinselliğini öne çıkaran pankartların, eril dile meydan okuyacağım derken erilleşmenin, gerçekten sorunlarını dile getirmek isteyen kadınların önünü kesmekten başka ne işe yaradığını bu pek zeki(!) kadınlara sormalı.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar