Reha Mirsad KARTAL

Reha Mirsad KARTAL

Mail: yazarlar34@teknikelektrik.com

Futbolizm Batıl Bir Din Mi?

Necdet Çobanlı ismini duymayanımız yoktur. 96 yıllık uzun yaşamında (1921- 2017) Türk Futbolunun her tarihi anına şahitlik etmiş FIFA İcra kurulu üyeliği yapmış Spor Basını, Galatasaray ve Türk Futboluna adanmış bir ömür olarak hatırlanır. Hani Hıncal Uluç’un çok övdüğü Milliyet Gazetesinin Meşhur spor sayfasında yazdığı zamanlardan yani çocukluğumdan bilirim müteveffa Necdet Çobanlıyı.

 

Milliyet Gazetesini ilk elime aldığımda 1.Sayfada Abdi İpekçinin katledilmesinden sonra gazeteye başyazar olan Mehmet Barlas’ı değil spor sayfasını okurdum. Zannediyorum 1982 Dünya Kupası finali idi. 11 Temmuz 1982. Yer; İspanya Stat; Madrid Santiago Bernabéu. Finalistler Batı Almanya-İtalya Daha Almanya birleşmemiş ve Doğu - Bati olarak ( Ya da demokratik - federal ) olarak anılıyorlardı. Bati Almanya’yı 2 Yıl sonra Galatasaray’a gelecek olan Jupp Derwall çalıştırırken o maçta şampiyon olacak olan Rossi’li Tardelli’li Altobelli’li İtalya’nın teknik direktörü ise Enzo Bearzot (1927-2010) idi.  Batı Almanya’nın kalesinde daha sonra Fenerbahçe’nin de kalesini koruyacak olan Tony Schumaher, İtalya’nın kalesinde ise yaşı 40’a dayanmış (38) Dino Zoff vardı. Aslında turnuvaya çok kötü başlamış olan İtalya sonradan açılmış sırası ile Arjantin’i favori Brezilyayı (Socrates’li, Zico’lu, Eder’li, Carlos Alberto’lu) yene yene gelmiş finalde de Batı Almanya gibi bir futbol devini 3-1 yenerek şampiyon olmuştu. İşte o final içinde FIFA icra kurulu üyemiz Müteveffa Necdet Çobanlı hem FIFA (Uluslararası Birlik Futbolu Federasyonu) ve TFF (Türkiye Futbol Federasyonu) adına görevlerini yapıyor hem de Milliyet gazetesine spor sayfasındaki yazısını kaleme alıyordu.

 

Şimdi bahse mevzu edeceğimiz yazısını yada bu kadar uzun girizgâh yapmamın sebebi belki de çocukluğuma dönüp 14-15 yaşlarımı tekrar yaşamam mı acaba bilmiyorum? Necdet Çobanlı yazısının başlığını tam hatırlayamamakla beraber ana teması şu idi ve beni o yaşımda dehşete düşürmüştü! ‘’FUTBOL EN BÜYÜK DİN’’ dedikten sonra iddiasının içini şu gerekçelerle doldurmaya çalışmıştı. ‘’Tanrının gönlüne güç gitmesin ama hangi dinin 2,5 milyar mensubu var ve aynı anda ibadet edebiliyor?’’ (o yıllarda zannediyorum Dünya nüfusu 4,5 milyar idi. En büyük dinin bile 2,5 milyar müntesibi yoktu-bunu kastediyor) Yine Necdet Çobanlı devam etmişti: ‘’Hangi dinin kıblesine 2,5 milyar insan aynı anda yöneliyor.’’ ‘’Bugünkü Batı Almanya-İtalya maçını tüm Dünya TV’lerinden 2,5 milyar kişi izleyecek’’ Toprağı bol olsun, Necdet Çobanlının iddiası boş değildi. O final günü Ramazan ayıydı ve oruçluyduk. Maç iftar saatine denk gelmişti. Ailece komşumuza iftara davetliydik iftar saati 20.48 ve maç 20.30’da başlamıştı zannederim. Hem orucumu açmak hem de maçı seyretmek zorundaydım. Ama komşumuzda sofrayı terk etmekte olmazdı. Rahmetli babam kızar diye de korkuyordum. Zor bela izin aldım ve abur cubur atıştırıp o nefis yemekleri de yiyemeden hemen eve gidip maçı izlemeye başladım. Acaba ben de mi Necdet Çobanlının bahsettiği bu Batıl Dinin üyesiydim? 

 

Ama ben Müslümandım. O gün orucunu da tutmuş (tüm Ramazan ayını olduğu gibi) hatta devre arasında akşam namazını da kılmıştım. Ben nasıl başka bir dinin hem de semavi olmayan, hem de batıl ve en acısı da PAGAN dininin mensubu olabilirdim? Necdet Çobanlı ne diyordu Allah aşkına? Ama namaz da bile aklım Dünya Kupası finalinde idi. Zaten iftarda o çorbayı çalakaşık yerken rahmetli babamdan izin almaya çalışıyordum. Hani Büyük İslam Âlimi Gazali dermiş ya; ‘’Kalpte iki sevgi bir arada olmaz. Ya Allah’ı seversiniz ya da neye yöneldiyseniz işte onu’’ Necdet Çobanlı doğru mu söylüyordu yoksa? Haklı mıydı? Bu yazı beni dehşete düşürmüştü. Çünkü İmam Gazalinin o sözlerini ben defalarca duyup okumuştum çevremdeki arkadaşlarımdan. Tabii ki o gün onu düşünecek durumda değildim. Benim derdim her turnuva da tuttuğum ve birçok akrabamın, arkadaşımın gurbetçi olarak ekmek yediği Almanya’nın galip gelme arzusuydu. Tabii Rossi, Altobelli ve Tardelli’nin golleri ile 3-0 mağlup duruma düştükten sonra kaptan Paul Bretiner’in golü teselli vermiş ve maç 3-1 İtalya’nın galibiyeti ve şampiyonluğu ile neticelenmişti. Madrid’in Santiago Bernebau Stadında Gök Mavisi sevinç yaşanmıştı.

 

Şimdi gelelim olayın günümüz ile olan bağlantısına. Bir şey din olursa dinin hükümleri kendi müntesipleri için ne mana ifade eder? Tabii ki dinin hükümleri o dinin üyeleri için Nastır. Bir dinin ilahı veya o ilahın yolladığı elçisi (Peygamberi) ne demişse o Nastır yani Frenkçesi ile Dogmadır. Yani tartışılmaz, hakkında müzakere götürülmez. Hani Ahzab suresinin 36. Ayetinde diyor ya: ‘’Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman gerek mümin bir erkek ve gerekse mümine bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı (muğayyerlik) yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.’’ Sanki bu ilahi hükümde olduğu gibi bu Pagan dininde de böyle Naslar var mıydı? Beni dehşete düşüren asıl olay da bu idi. Hemen bunu sorgulamaya başladım ve çok geçmeden futboldan soğumaya başladım. Tony Schumaher (bala (yukarı) da bahsettiğim Federal Almanya’nın Köln FC’nin ve Fenerbahçe’nin eski kalecisi) hem de futbol oynarken yazdığı ‘’Düdük Sesi’’ kitabında da bu bahsettiğim mevzulara yer vermiş ve meşhur kaleci Almanya’ndan adeta aforoz edilmişti de soluğu Türkiye’de Fenerbahçe’de almıştı. Tony Schumaher de Alman taraftarların ülkeleri için kıllarını kıpırdatmayacaklarını ama taraftarlığını yaptıkları kulüpleri için canlarını verebileceklerini ifade etmiştir. Yani Futbol taraftarlığı o kadar acayip bir hal almıştı ki sadece dinin değil milliyetin ve vatanseverliğin bile önüne geçiyordu. Bu nasıl bir iş ne menem bir oyun idi?

 

Neyse ben bunu sorgulaya sorgulaya Üniversitede ki yoğun fikri beyin fırtınalarının, siyasi, dini içtimai ve Harsi ( Kültürel ) tartışmaların sayesinde futboldan (en azından fanatik taraftarlık boyutundan ) sıyrılıp 9 Kasım 1988’deki Galatasaray’ın Nechuetel Xamax’ı, 3’ü Tanju Çolak’ın 2’si Uğur Tütüneker’in attığı goller ile 5-0 yendiği tarihi maça son kez taraftar olarak katılıp jübilemi yaptıktan sonra uzunca bir süre stadyumların önünden bile geçmedim. (ki bir alkoliğin meyhane önünden tekrar içkiye başlamamak için geçmemesi gibi).

 

Ta ki 2002 yılına kadar. İzmir’e ticaret için gittiğim bir hafta sonunda bir müşterimin ‘’illa ki bugün bizimle kalacaksın yoksa sana ödeme yapmam (borcumu ödemem)’’ diye tehdit etmesine kadar. Yani hatır için bir İzmir hafta sonunda Göztepe-Galatasaray maçına gidene kadar. Gitmez olaydım… Tekrar depreşti ve ben yavaş yavaş yine kombine almaya başladım. Çünkü sektörel bir dergi de çıkarıyordum ve spor müsabakalarını izleyip yazmak dergiyi daha da okunur hale getiriyordu. (bu da işin bahanesi) Neyse yıllar geçti ve ben artık iş hayatının ortasında olmama rağmen yine hiç bir maçı kaçırmıyor hatta Avrupa’da deplasmanlara da gidiyordum. Manchester, Londra, Berlin, Hamburg vs... İşte bir kırılma anı daha bu deplasmanlardan birinin (Hamburg-Galatasaray 1-1 biten maçın) rövanşında yaşadım. UEFA 4.Tur maçıydı ve Galatasaray-Hamburg karşısında bir avantaj yakalamıştı. Lincoln’lü, Harry Kewell’lı kadrosu ile Avrupa da iddialı olabilirdi. O sene yani 2009’da UEFA Final maçı da Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Satında oynanacaktı. Yani her şey çok müsaitti tekrar bir UEFA kupası almak için. Neyse rövanş maçı eski Ali Sami Yen’de oynanacaktı. Hamburg dönüşü sahamızdaki bu maça da gittim. Maçın 10. dakikası idi ve durum 0-0 iken Stat hoparlöründen bir anons yapıldı. (Dönemin) TBMM Başkanımız Sayın Köksal Toptan, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan takımımızı desteklemeye stadımıza teşrif etmişlerdir. Ben de Numaralı tribünde ki koltuğumdan hemen görüyordum. Türk Devletinin en üst iki makam yetkilisi stadımıza geldiği anons edilince bir Türk evladı ne yapması gerekiyorsa ben de ona hazırlandım ve iki avucumu patlatırcasına alkışlamak üzere yanlara açmışken bir de ne görüp duyayım? Stadyumdan korkunç bir yuhalama ve protesto sesi… Ben şok oldum o esnada ayağa da kalkmıştım. Ne oluyor dercesine sağa sola bakıyordum ama stadın ciddi bir kısmı yuhalıyordu. Benden ve bir kaç kişiden başka (o da çok cılız) alkış sesi ise çıkmıyordu.

 

Hâlbuki ben Galatasaray taraftarını bilhassa tribündekilerini iyi tanırım. Umumiyetle muhafazakâr Milliyetçi sağ tandanslı bir taraftar profiline sahiptir. Liselilerle de araları çok hoş değildir. Galatasaray taraftarı bilhassa UltrAslan Gezi Vandalizm’ine de katılmamışlardır. Diğer taraftar guruplarına oranla kıyasladığımızda o stadın en az % 40-50 sininde sağcı ve Ak Partiye yakın (oy veren) bir taraftar kitlesi olduğunu da çok iyi biliyordum... Yıllardır içlerinde olduğum Numaralı tribün VİP 1 ve VİP 2 de yuhalayanlara sertçe bağırarak sordum; ‘’Stadımıza gelen bir misafiri hem de TC Başbakanını ve TBMM Başkanını neden yuhalıyorsunuz? Ayıp olmuyor mu, yakıştı mı bize?’’ deyince orada bulunan yıllardır tanıdığım ve belki de yarısı Ak Partili olan tribün arkadaşlarım bana ne dediler biliyor musunuz? ‘’Ya biz onu Başbakan veya Ak Partili olduğundan değil Fenerbahçeli olduğundan protesto ettik.’’ O esnada bir kaç dakika sonra Galatasaray önce 1-0 sonra ikinci yarı başında 2-0 öne geçmişti. Ama ben şok olmuştum. Fanatizmin bu boyutuna hiç bu derece aynel hatta hakkel yakın rastlamamıştım. Yahu dedim ‘’Bu nasıl bir ölçü nasıl bir mizan sizde ki? Şimdi buraya terörist başı APO gelse onu da Galatasaraylı olduğu için alkışlayacak mısınız? Yazıklar olsun size’’ dedim ve inşallah yeniliriz diye de beddua ettim kendi taraftarımız üzülsün diye. Ve maçı 2-0 öndeyken 2-3 mağlup bitirdik.

 

Maça ilgisi olanlar hatırlar Harry Kewell’in stoper yokluğunda defansta oynamak zorunda kaldığı maçtı. ‘’Bu taraftarı üz burada Allah’ım’’ diye dua ettiğimi hatırlıyorum. Kendi kendime ‘’sen de kabahat ki 14 sene sonra tekrar maça gelmeye ve bu cahiliye toplumuna dâhil oldun’’ diye sitem ediyordum. Artık kesin kararlıydım maça gitmeyecektim. Bu fanatik ve Müteveffa Necdet Çobanlının ifadesi ile ‘’Dünyanın en büyük bu batıl din’’ mensuplarının arasına karışmayacaktım. Ha ev de seyredecektim ama stada daha adım atmayacaktım. Bu kadar fanatiklik normal olarak izah edilemezdi makul şartlarda. Size destek vermeye gelen devlet büyüklerine bile tuttuğu takım sebebi ile yuh çeken fanatiklerin içerisinde olmamaya artık kararlıydım. Tabii kendi taraftarımızı suçluyordum da diğer taraftar gurupları farklımı idi? Tabii ki aynı hatta daha beter olanlarını da görmüştüm.

 

Neyse buradan nereye geleceğim? Sizlere sadece maça gitme veya maç bırakma serüveni için yazmıyor ve anlatmıyorum bu yaşadıklarımı. Önce 2010-11 sezonuna sonra geçtiğimiz son Pazar ve Pazartesi günü yaşadıklarımıza geliyorum. Malum 2010-11 sezonunu resmi olarak Fenerbahçe şampiyon bitirse de Trabzonspor taraftarları bunu hiç kabul etmediler bazı sebeplerle. Fiilen şampiyonluğun kendi hakları olduğunu söylediler. O sene yani 2011’de 3 Temmuz’da başlayan ve kamuoyunca ŞİKE DAVASI olarak bilinen, bizim bağımsız Türk Yargısının icra ettiğini zannettiğimiz ama önce dönemin Fenerbahçe Başkanı Sayın Aziz Yıldırım’ın sonra da Sayın Erdoğan’dan başka kimsenin inanmadığı Fetullahçı Terör Örgütü tarafından gerçekleştirdiği ŞİKE KUMPAS davası olarak sonradan yeni yargı tarafından iptal edilen süreç yaşanmıştı.

 

FETÖ’nün herkesi kandırdığı bir dönemde Sayın Aziz Yıldırım’a ve Fenerbahçe’nin şike yaptığı gerekçesi ile 100’er, 200’er sene gibi akla ziyan hapis istemleri ile davalar açılmıştı. Meclis tarafından sporda şikeye ceza yasası çok sert ve ağır bir biçimde çıkartılmıştı. Sayın Erdoğan’ın Başbakan olarak ‘’çok ağır bu ceza kanunu, emin misiniz bunu çıkarmamızı istediğinizden’’ uyarısına rağmen tüm spor kulüpleri yürek yemiş gibi ‘’EVET ÇIKSIN’’ demişlerdi... Ama ilk kabak önce Fenerbahçe’nin sonra rakibi Trabzonspor’un başına patlayacak gibiydi. Oysa kimin şampiyon olması mühim değildi FETÖ için. Amaçları kendilerine Fenerbahçe’yi teslim etmeyen Başkan Aziz Yıldırım’ı mahkûm etmek cezalandırmaktı. Şu anda tamamı ya hapiste ya da firarda olan dönemin savcısı veya hâkimi olan Fetullahçı Haşhaşi Teröristler Fenerbahçe başta olmak üzere Türk futbolunu da teslim almak istiyorlardı. Hatta bunlardan bazıları Aziz Yıldırım’a diyordu ki sorguda:  ‘’merak etme yakında senden çok daha büyük kelleleri de teslim alıp yanına getireceğiz’’ diye dalga geçiyorlardı. Acaba kimleri kastediyorlardı? Tez zamanda anlaşıldı ki 6 Ocak 2012’de Türkiye Cumhuriyetinin 26. Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ tutuklandığında, 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarımız Sayın Hakan Fidan 17-25 Aralık 2013’de ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı tutuklamak istemişlerdi. Yani FETÖ’nün yaptığı tüm yargı operasyonları tamamen düzmece ve Atlantik ötesinden gelen talimatlarla yapılıyordu. Bunu gören Sayın Erdoğan önce spor yasasını değiştirin diye ameliyat masasından hasta hasta gurubuna yasa teklifi hazırlamasını emretti. Hemen hazırlandı ve Aziz Başkanın 100 veya 200 sene değil de hiç olmazsa 6 yıl 3 ay hapis cezası almasına vesile oldu ve Sayın Yıldırım 1 sene sonra temyizi beklemek üzere serbest kaldı.

 

Hafızası kuvvetli olanlar hatırlayacaklar... O yeni spor yasası Meclisten geçip 11.Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün önüne onay için getirildiğinde Sayın Gül’ün istisnai VETO ettiği bir vaka yaşadık. Hatta o veto üzerine Sayın Erdoğan hasta ve ameliyat yatağındayken Ak Parti ileri gelenlerinden şimdi burada ismini anmak istemediğim iki Genel Başkan yardımcısı ‘’artık bu yasa tekrar meclise gelmez. Sayın Gül’ün vetosu bu olayı kapamıştır’’ demişlerdi. Ama Sayın Erdoğan hasta yatağından o zamanki gurup başkan vekiline verdiği talimatla yasa aynen bir daha TBMM’de görüşülüp kabul edilip AYNEN SAYIN Gül’e iade edilmiş Sayın Gül’de anayasal zorunluluk gereği onaylamak durumunda kalmıştı. O Genel Başkan yardımcıları da susmuşlardı. Yani Sayın Erdoğan tehlikeyi zaten 2010-11’lerde görmüş, özel yetkili mahkemeleri kaldırmış, Zekeriya Öz’ün altından zırhlı aracı almış, FETÖ mensuplarının yüksek yargıya daha çabuk taşınmasına mani olmak için tecrübe süresini 12 yıla çıkarmıştı. Ama kendisinin de sık sık söylediği gibi bu mücadelesini arkadaşları anlamıyor ve çoğu zaman YALNIZ BAŞINA bu mücadeleyi yürüttüğünü belirtiyordu. Şu an da hariçten gazel okuyan bazı AKP’liler (onlar Ak Partili değiller AKP’liler) o günlerde sporda şike yasası çıkmasın diye Fetullahçı Basınla birlikte (başta TARAF Gazetesi) yaygara yapıyorlardı. Reis in dik duruşu ile sustular.

 

O sezon veya diğer sezonlar şike var mı yok mu şahsen benim bir bilgim elde ispatım kanıtım yok. Ama Türkiye’de her zaman şike veya hatır şikesinin olduğu yazılır söylenir. Ben de bir Galatasaraylı olarak o sene Fenerbahçe’nin (şayet yaptı ise bile bilmiyorum) diğer takımlar kadar ancak suçlu olduğunu söyleyebilirim. Zaten Aziz Başkan bu işlerde bu kadar mahir olsa 20 sene başkanlık sürecinde 9 Galatasaray şampiyonluğu görmez kendi takımı da 6 şampiyonlukta kalmazdı. Ama dediğim gibi var yok diyemem… Şampiyonluk kimin hakkı değildi tartışmasına da girmedim girmem. Genel olarak hakem hatalarının İstanbul takımlarının lehine Anadolu takımlarının aleyhine olduğu da malumdur. Bu sebeple Anadolu takımı olan Trabzonspor’un son 36 sene de 1-2 hatta 3 şampiyonluk bile kaybettiği söylenir. Bunu da belirteyim…

 

Ama şimdi olayın püf noktasına geleyim. Hepimiz kabul ederiz ki bu dünyaya Peygamberlerden sonra gelen EN ADALETLİ KİŞİ kim diye sorsak eminim ittifak halinde herkes der ki Hz. Ömer. Gerçekten de ADALET kelimesi ile Dünya’da en çok anılan tarihi ve dini kişilik Hz. Ömer’dir. Fantastik olarak bir hayal etsek... Hz. Ömer efendimiz Dünya’ya tekrar gelse ve kendisine sorulsa 2010-11 sezonunun şampiyonu kimdir diye? O da birisini söylese ‘’sizce diğer takım ve taraftarları’’ da Hz. Ömer’in bu kararını kabul eder mi? Benim kanaatim asla kabul etmezler ve Hz Ömer’i hak yemekle suçlarlar. Demezler ki bu kişi Cennetle müjdelenmiş ve adaleti ile Allah Resulünün övgüsünü kazanmış. Ve futbol fanatikliği galebe çalar. Bunu sadece bu iki takım taraftarları için söylemiyorum. Tüm takımlar için geçerlidir. Yani futbol taraftarlığı merhum Necdet Çobanlının dediği gibi ‘’futbol artık batıl bir dindir hiç bir dinin de bu kadar müntesibi ve fanatiği yoktur ‘’ tezine hak vermemek nasıl mümkün olsun?

 

Bakın daha geçtiğimiz günlerde ülkenin en duyarlı ve en vatansever gazetelerinden birinin şampiyon olan takım aleyhine attığı 1. sayfasındaki manşetine... Bu manşeti hangi niyetle atmış olursa olsun isterse şampiyonluğu kaybetmiş taraftara teselli olsun diye atmış olsun bu fanatizmin hangi aşamada olduğunun son halidir.

 

Evet, şimdi tekrar sorma zamanı: Futbol ya da futbolizm Batıl bir din mi?

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar