Dost Acı Söyler

“(…) Referandum inadı üzerine bu durumla karşılaştık. Kerkük’te referandumun yapılmamasını, savaş ve şiddetten uzak tutulmasını talep ettiğimiz vakit ihanetle suçlandık. Yine referandumdan önce, Bağdat ile Kerkük sorununu çözmek için diyaloğa geçilmesini ve müzakereyle sonuca varılmasını talep ederken, ihanetle suçlandık.” (Ala Talabani)

 

“Kerkük’te yaşananların sebebi, bazı siyasilerin tek taraflı hareket etmesidir. Tek taraflı hareket etme durumu, Peşmergelerin topyekün geri çekilmesine sebep oldu. Bu geri çekilme de karşılıklı bilgilendirme çerçevesinde gerçekleşti. Erbil ve Bağdat arasındaki temas hattı, Musul’u DEAŞ’tan kurtarma operasyonundan önceki sınıra geri döndü.” (Mesut Barzani)

 

BİRBİRİNİ suçlayan iki Kürt siyasetçiyi bırakıp, bu noktaya nasıl gelinmiş bir göz atalım:

 

IKBY’deki referandum kararı, toplamda 111 milletvekilinden 65’inin katıldığı oturumda yüzde 8’lik bir farkla kabul edilir. Ancak; IKBY’de muhalefetin başını çeken Goran (Değişim) Hareketi, İslami Toplum Partisi (Komel), İslami Hareket Partisi (Bizotnava), Irak Türkmen Cephesi (ITC) ve Hristiyan Aşuri Demokrat Partisi referandum kararı alınan oturumu boykot ettiler.

İran destekli GORAN Hareketi Grup Başkanvekili Bırzo Mecid ise tepkisini şöyle gösterdi:

“Meclis’te yasalara aykırı bir şekilde oturum düzenlendi. KDP’nin kararıyla mecliste darbe yapılarak kapısına kilit vuruldu. Şimdi ise hiçbir uzlaşı ve yasal bir mekanizma olmadan meclisi açtılar. Bu, herhangi bir yasal dayanağı olmayan Yüksek Seçim ve Referandum Komisyonu’na destek vermenin dışında bir şey değildir. Meclis, halkın iradesi yerine siyasi partilerin dayatmasına maruz kalmıştır.”

 

Bu şekilde yapılan referandum sonrası, Hükümette yer alan GORAN üyesi bazı bakanlar ve meclis başkanı görevlerinden alınarak, kiminin Erbil’e girmesi dahi Barzanilerce yasaklandı.

 

Referanduma karşı olmayıp resmi olarak bunu açıklayan tek ülke İsrail olurken, Başta ABD, İngiltere, Almanya olmak üzere, öncelikle Irak, İran ve Türkiye de buna karşı çıktılar.

 

Türkiye, aslında uzun süre sessiz kaldı. Bu, çoğu çevrede örtülü bir destek olarak algılandıysa da anlaşıldı ki;  süreç, yoğun başarısız ikna görüşmeleriyle geçmiş.

Burada bir parantez açarak, Barzani’ye Erdoğan’ın buradaki sert muhalefeti de göze alarak nasıl destek çıktığını, oradaki kalkınmada nasıl bir rol oynadığımızı, Maliki zamanında Barzani’yi tehdit eden Irak’a karşı yine nasıl savunduğumuzu unutmayalım.

 

Diyarbekir’de, Barzani’nin eli tutularak Kürtçe Türküler dinlerken, bir kesimce“vatan haini” ilan edilen de yine Erdoğan’dı.

 

Daha birkaç ay önce, Esenboğa’da Irak bayrağının yanında federasyon IKBY bayrağının asılmasıyla da kopan kıyametlere karşı duran AK Parti kurmaylarıydı. Çalışanlarının maaşlarını ödeyemeyen Barzani’ye yardım eden de yine Türkiye idi.

 

Bölgede, tüm sürtüşmelere rağmen, her ne kadar Kürtler bundan hoşlanmasa da, Barzani’ye kardeşlik yapan sadece Türkiye idi. Dolayısıyla, akıllıca birlikte hareket etmek dururken, yukarıda da belirttiğim gibi öncelikle Kürtler bile kendi arasında anlaşamamışken, –ama kişisel ikbal, ama maceraya atılmak deyin– bu konjonktürde en son yapılacak şey yapıldı.

 

Erdoğan; “Elindekileri de kaybedeceksin, vazgeç!” derken; karşı olunan Kürt varlığı değil, tam tersine basiretsiz siyasetçiler yüzünden kazanımların da kaybedileceği öngörüsüydü.

 

Türkiye’nin, komşusu olan bir ülkenin bütünlüğünü savunması anlaşılır olmalı ki; aynı şey AB ülkeleri için de mevcut. Hala; ‘Katalonlar, bağımsız olmalı’ diyen bir AB ülkesi duymadım. Tam tersine, başta Fransa olmak üzere, bunun Birlik için sorun olacağı vurgulandı.

Bununla beraber, üslup ve tarz daha sonra yumuşatılsa da, Kürtler’in kırılmasına neden oldu. Zira; sayfamda, Türkiye’den bağımsız olarak, Irak’ın referanduma karşı tavrının şimdikinden farklı ne olacağını sorarak; Barzani/Kürt siyasilerin nerede yanlış yaptıklarını sorgulamalarını arzu ettiğim bir paylaşıma verilen yanıtlar; “Türkiye bizi kırdı”dan öte değildi. Oysa bu iç siyasetin meşgalesiydi.“Kestirmesi güç, Türkiye neden öngöremedi?” diyenlere de diyorum ki; Türkiye öngördü ve söyledi. Asıl sorun, yüzlerce yıldır gerçekleri göremeyen ve bunun nedenleri üzerine kapsamlı çalışma yapmayıp, güncel siyasetle ve sadece yaşadıkları ülkeleri suçlayarak tatmin olanlar Kürt ve Kürt aydınları değil mi?

 

Kürtler’in en doğal hakkıdır, bir devletlerinin olmasını talep etmek. Dolayısıyla, bu referandumdan heyecan duymak, desteklemek son derece tabii. Ancak, bir şeyi istemek, sahip olmaya yetmiyor. Sayfalarınıza astığınız,  Akif Beki,  Hakan Albayrak ve Fatih Altay’lının gaz alıcı yazılarıyla deşarj olmak da yetmiyor.

 

Sormayalım mı hiç kendimize; 50-100 köyü olan vekiller, feodal yapınız ve asla karşı gelemediğiniz aşiretlerinizle, büyük ailelerin Barzani-Talabani örneğindeki gibi gücü-rantı  bölüşememesi, PKK’yla, her grubun ayrı hegemonik düşleri ve başkasından önce birbirinize attığınız kazıklarla nasıl yüzleşiriz diye!

 

Sadece, başkalarını suçlayalım!

 

Bu arada beni de linç edin! Şayet; “dost, acı söyler!” sözü anlamsızsa sizce!