Güldalı COŞKUN

Güldalı COŞKUN

Mail: yazarlar54@teknikelektrik.com

Davutoğlu ve Hoş Bir Sadâ

“Ben yola çıktığımız arkadaşlarımın benimle olduklarını bilmek isterim, olmadıkları anda bana söylemelerini arzu ederim. Son MKYK’da yaşananlar benim için önem imtiyaz etmiyor. Ancak yöntemi refik olmak ile bağdaştırmadım. Hedef önemli ise hepimizin bir muhasebe yapması gerekiyordu. Bu anlamda yaptığım istişareler neticesinde AK Parti’nin birliğinin devamı için refik değişmesindense genel başkan değişiminin doğru olacağı kanaati etkili oldu. Bu bağlamda önümüzdeki kongrede aday olmayı düşünmüyorum.


Nefsimi ayaklar altına alırım, asla dava arkadaşlarımın kalbini kırmam. Bu kadroların üzülmesine izin vermem. (…) Bu süreçte kimsenin partide bir ayrışmaya izin vermemesi talebinde bulunuyorum. Bütün teşkilatımıza teşekkür ediyorum.


Bugüne kadar önünüzdeydim bundan sonra içinizdeyim.” (A. Davutoğlu)

 

Bu sözlerle veda etti Ahmet Davutoğlu. İlk kez böyle nezih tarz ve sorumluluk duygusuyla bir davranış sergileniyor. “Refik olmakla bağdaştıramamak” en azından bu kademede bir yol arkadaşlığının yürümeyeceğinin bir ifadesi. Parti içinde etkili olamamak, yönetme zorluğunu da getirir. Basında birçok anlaşmazlık konuları dile getirildi. Aynı davaya inanmış olsalar da belli ki, yöntemde anlaşamamışlar.


Öncelikle partili cumhurbaşkanlarının, kendi partilerine karşı ilgisiz olduğu bir durumu bu ülke hiç yaşamadı. Üstelik şimdiki gibi seçilmiş ve aslında fiili olan en azından yarı başkanlık sistemi yoktu. Kaldı ki AK Parti, sadece bir parti değil, bu ülkenin değişim-dönüşümünün dinamosu. Bunu bir tespit ettikten sonra, sanki ilk oluyormuş da “hadi şaşıralım” havasını bırakıp, başka boyutlardan ele alalım.


Çok partili döneme geçildiğinden beri ilk kez, oldukça dirayetli ve gittikçe de gücünü arttıran bir partiyle tanıştık. Sadece Türkiye değil, dünya siyasetinde de adından söz ettiren, girdiği her seçimden üst üste başarıyla çıkan ve iktidarda olduğu halde yıpranmadan yoluna devam eden bir parti. Lideri de gençlik yıllarından itibaren aktif siyasetin içinde olan, iyi gözlem yapmış ve toplumun beklentilerini doğru okuyup, planlı bir şekilde yürüyen, artık karşıtlarının bile hakkını teslim ettiği bir siyasetçi.


Yirmi beş yıldır dava arkadaşı olan Erdoğan ve Davutoğlu’nun, hâla aynı düşüncede olmalarına rağmen yol ayrımına gelme nedeni,  ikisinin farklılığından ziyade, partililerin liderleri dışında birinin parti içindeki etkisinin daha fazla olmasını istememeleri. Hoca, entelektüel, birkaç dil bilen, siyaseti bilim olarak okumuş ve bu konularda da çalışmaları olan biri. Burada mesele, bir başkasının yetersiz olup olmaması değil, okunamayan bir sosyal psikoloji var. Bu okunamadığı müddetçe de ne AK Parti, ne de Erdoğan anlaşılacak.


Davutoğlu, kongrede genel başkan olduğundan beri, tüm muhalefetin onu itibarsızlaştırmak için söylediklerini biliyoruz. Daha sonra ise sürekli, usul farklılıklarını kullanarak fitne yaydılar. Bu o kadar artarak büyüdü ki, zaten parti içinde buna teşne olan bir kitlede de alıcı buldu. Artık, sözcükler taranır hale geldi. Danışmanlık ya da Dışişleri Bakanlığı döneminde de bir takım ayrılıklar olmuştur. Bu bilinerek, mutabakatla Genel Başkan seçildi. Fakat sorun, parti içinde kendi tarzını yönetebilme kolaylığı açısından etkili kılmak istediğinde, henüz buna hazır olmayan bir sosyal kitleyle karşılaşılmasıydı. Biz hep genelde tersinden bakmayı, tek bir adamı ve onun gücünü konuşurken, 20 küsur milyonluk kitlenin ne gücünü, ne sosyal 

psikolojik gerçeğini konuşuyoruz.


Bu topraklar, ezilmiş insanların toprakları. Türk olanların dahi asimile edildiği, hatta farklı ırkların bile açık asimilasyondan dolayı kendi kültürlerini aralarında korumalarının nispeten kolay olduğu bir ülke. Bir avuç azınlık tarafından hor görülmüş milyonlarca Anadolu insanı, en yakın tarihle son yüzyıldır ertelenmiş taleplerine cevap verebilecek bir partiye ve onun liderine sıkı sıkıya tutunduysa, masaya yatırılması gereken asıl bu nedenler ve bu ezilmiş insanların korku ve kaygılardır.


Birey olarak bu duygudan kurtulup daha dıştan bakan insanların, tüm yaşananları “demokratça” bulmamaları doğru olsa ne yazar. Bugün, ülkenin en büyük Türk, Kürt, Çerkes, Laz, Ermeni partisi AK Parti oluyorsa, diğer partiler tahkir ve edebiyatı bırakıp da önce kendi ülkesini, makro ölçekte ise Batı’nın 3.dünya denilen bölgeleri okusunlar. Bugün Zimbabwe’de CapeTown‘da, Kahire, Amman, Malezya, Kudüs’te Recep Tayyip adlarında bir enflasyon varsa, nedenlerini anlamak lazım.


AK Parti ve Lideri, talep edilen kitlelerin sorunlarına çözüm üretme iddiasında olan ve onların yaralarını görüp bu yaraları açanlara ilk defa ciddi meydan okuyan bir parti ve lider. Dolayısıyla bunu asla kaybetmek istemiyorlar.


Alevilerin, onca yıldır umursamadıkları cemevi gibi talepleri AK Parti’den istemeleri, karşıtlarının bile bilinçaltında umudun adresi olduğunun bir göstergesi değil mi!


Hoca, iyi bir gözlemci ve siyaset bilimci. Bu sosyal gerçeği okuduğundan, şimdilik ihtiyaç duyulduğu kadar varolmayı seçti. Vedasında, ilk olarak gençlere, daha az yaralı olanlara seslendi. Yani geleceği daha sağlıklı inşa edeceklere.


Hoş sadâ bırakan hüzünlü bir vedaydı.


Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar